IX. yüzyılın ortalarından XIII. yüzyılın ilk onlu yıllarına kadar Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren Karahanlılar, Samanilerden sonra ikinci Türk-İslam devletidir. Devleti kuranlar tarafından hangi adla ifade edildiği bilinmeyen bu ikinci İslamî Türk devletine Karahanlılar adı, ilk defa 1874 yılında V. V. Grigorev tarafından verilmiş, o tarihten itibaren de bu adla anılmaya devam edilmiştir.
Bu ad, Kara Han, Kara Hakan, Arslan Kara Hakan gibi Karahanlı hükümdarlarının unvanlarında sıkça kullanılan, “kuzey” ve “yücelik ve kuvvet” anlamlarına gelen kara kelimesinden kaynaklanmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud, “Hakaniyye hükümdarlarına, Buğra Kara Han örneğinde olduğu gibi, Kara dendiği”ni ifade ederek, devleti tanımlayan Karahanlı adının geldiği kaynağı da işaret etmiştir. Bu devleti tanımlamak için genellikle Karahanlı ismi, zaman zaman da
İlek (ilig) Hanlar,
Türkistan Uygur Hanları,
Türkistan Hakanları,
El-Hakaniyye,
El-Haniyye,
Müluku’l-hakaniyye,
Müluku’l-haniyye,
Evladü’l-haniyye
Âl-i Afrasiyab gibi isimler de kullanılmıştır.
X. yüzyılın ortalarında İslamiyeti kabul eden Karahanlıların idare edildiği asıl merkez Kâşgar’dır. Ancak Balasagun, özellikle Harun zamanından sonra ikinci bir merkez olmuştur. Özkend ile Semerkand da, devletin önemli merkezlerindendir. Türkistan, tarihte birçok din ve kültürün kesişme noktası olmuştur.
Türkler arasında Karahanlı devletini oluşturan Karluk ve Yağma Türkleri, İslamiyeti en erken kabul eden Türk boylarıdır (960). Oğuzlar ise 985 yılında İslamiyeti kabul etmişlerdir. Karahanlı tarihinin ilk dönemleri hakkında fazla bilgi yoktur.
Cemal Karşî’nin Mülhakâtü’s-Sürâh
XIV. yüzyılın başlarında Cemal Karşî tarafından yazılan Mülhakâtü’s-sürâh adlı esere göre, ilk Karahanlı hükümdarı, Afrasiyab neslinden olan Bilge Kül Kadır Han’dır. Yine bir Türk-İslam devleti olan Samaniler ile mücadele eden Bilge Kül Kadır Han’dan sonra, Bazır Arslan Han Balasagun’da, Oğulcak Kadır Han ise Tıraz’da devleti idare etmeye başlamışlardır. Tıraz’ın Samaniler tarafından kuşatılması sonucunda Oğulçak, devletin merkezi olarak Kâşgar’a çekilmiştir. Karahanlıların, Bilge Kül Kadır Han’ın torunu, Bazır Arslan Han’ın oğlu olan, hayatı hakkında ise kesin bilgiler bulunmayan Satuk Buğra Han zamanında, muhtemelen 940’lı yıllarda İslamiyeti kabul ettikleri tahmin edilmektedir. Satuk Buğra Han’ın İslamiyeti kabul etmesinde, Karahanlılara sığınan Samanî emirlerinden Ebu Nasr ile karşılaşması ve onun telkinleri etkili olmuştur. Amcası Oğulçak’a karşı verdiği mücadeleyi kazanıp Kâşgar’ı ele geçiren Satuk Buğra Han, X. yüzyılın ilk yarısında İslamiyeti resmen kabul etmiştir. Cemal Karşî’nin Mülhakâtü’s-Sürâh adlı eserinden, İslamiyeti kabul eden ilk Karahanlı hükümdarının Satuk Buğra Han olduğu anlaşılmaktadır. 955 yılında ölen Satuk Buğra Han, Kâşgar’ın kuzeyinde bulunan Artuç’a gömülmüştür. Satuk Buğra Han’dan sonra tahta sırasıyla oğulları Musa Tonga İlig ve Baytaş Arslan Han çıkmıştır. Baytaş Arslan Han zamanında, 960 yılında İslamiyet, Karahanlı devleti idaresi altındaki bütün Türk boylarına yayılmıştır. Karahanlı Devleti 1046/1047 yıllarında iç çekişmeler sonucunda Batı ve Doğu Karahanlılar olmak üzere ikiye ayrılmış; Batı Karahanlılar’ın merkezi, ilk başlarda Özkend sonraları ise Semerkand olmuş, Doğu Karahanlılar ise Balasagun ve Kaşgar merkezli birer devlet kurmuşlardır. . Batı ve Doğu Karahanlılar, 1212 yılında Karahıtayların hâkimiyeti altına girerek son bulmuştur.
KARAHANLI TÜRKÇESİ ESERLERİ
Türklerin İslâmiyeti kabul ettikten sonra kaleme aldıkları ilk Türkçe eserler, bugünkü bilgilerimize göre Karahanlılar döneminden kalmadır.
Bu dönemde eserlerin Türkçe olarak verilmesinin en önemli sebebi, Karahanlı devletinin tamamen Türklerden oluşmasıdır. O dönemlerde özellikle yazılan eserin dilini muhatap olarak alınan “halk” oluşturduğu için Türkçe yazı dili olarak kullanılmıştır. Ancak halkı kendi diliyle yazılan kitaplar aracılığıyla, bilgilendirme, onları terbiye etme ve mensubu oldukları dinin prensiplerini öğretip hayatlarını ona göre tanzim etmeleri sağlanabilirdi.
Yusuf Has Hacip ve Edib Ahmed eserlerini Türkçe yazmışlardır. Nitekim Yunus Emre de, Anadolu’da öğretilerini, ulaştırmak istediği Türk halkına, Türkçe şiirlerle aktaracaktır. Karahanlı saray şairlerinden olan Suzenî-i Semerkandî’nin Farsça şiirlerinde yoğun olarak Türkçe kelimelerin yer alması, hatta bazen mısra seviyesinde Türkçe kullanımların olması yine bu durumun bir yansımasıdır. Çünkü Suzenî’nin şiirleri ancak bu şekilde Türklerle buluşabilirdi. Dört asır hükümranlık sürmüş olan Karahanlı devletinden günümüze kalan Türkçe eser sayısı fazla değildir.
Karahanlı yazı diliyle yazılmış eserler :
1. Kutadgu Bilig (Karahanlı yazı dilini en iyi yansıtan eser) (Bugünkü bilgilere göre Türk edebiyatında yazılan ilk mesnevi)
2. Dîvânu Lugâti’t-Türk (Bütün Türk boylarına ait malzemeyi içerir)
3. Atebetü’l-Hakayık
4. Yarkend Hukuk Belgeleri
5. Kur’an Tercümeleri
Kutadgu Bilig, klasik mesnevi tertibini yansıtması, konunun işlenişi, aruzun Türkçeye başarılı bir şekilde tatbik edilmesi ve Türkçenin başarılı bir biçimde kullanılmasıyla dikkat çekmektedir. Bu durum Türklerin mesnevi nazım şekli ile aruz veznini tanıyıp ona vakıf olduğunu ve Türk edebiyatının İslamiyet’ten çok önce inkişaf ettiğini göstermektedir. Hatta şiir dili olma hüviyetini kazanan Türkçeyle birçok başarılı manzum ve mensur eserin yazılmış olduğuna da işaret etmektedir. Kutadgu Bilig’in, nitelik ve nicelik yönünden mükemmel oluşu, onun birdenbire kaleme alınamayacağını, ancak belli bir birikimin neticesinde oluşturulabileceğini, dolayısıyla ondan başka Türkçe eserlerin varlığını da düşündürmektedir. Nitekim Kutadgu Bilig’in dil, üslup, sanat, tertip, kompozisyon, alegorik oluşu, İslamî ve ahlakî düşüncelerin işlenişi, şekil ve aruzun kullanımı yönlerinden mükemmel bir eser oluşu; Kutadgu Bilig’e gelinceye kadar, Türk diliyle çeşitli seviyede eserler yazılmış olduğunu teyit etmektedir. Hatta Kutadgu Bilig’de geçen bir kayıtta, kendisinden başka eserlerin yazılmış olabileceği gerçeğine vurgu yapıldığı da dikkat çekicidir. Bütün bu hususlar, Türklerin, geçmişi bilinmeyen zamanlara giden ve belli bir birikim ve tecrübeden hareketle oluşturdukları nazım geleneği ile edebî bir dille yazılmış güçlü eserlerinin varlığını göstermektedir. Bundan dolayı Kutadgu Bilig’i oluşturan bu tecrübe ve yeteneğin görülebilmesi için İslam öncesi Türk şiirinin göz önünde bulundurulması gerekir. Türkler, “İslam Öncesi Türk Edebiyatı” olarak isimlendirilen dönemde var olan dilleri, edebî türleri, nazım şekilleri ile anlatım tekniklerini kullanarak bağlandığı farklı dinlerde ve yayıldığı farklı coğrafyalarda büyük ve gelişmiş bir edebiyat meydana getirmişlerdir.
Oluşturulan bu edebî birikim, Türklerin yüzyıllar sonra meydana getirecekleri İslamî dönem edebî eserlerinin kök ve temellerini oluşturmuştur. Çünkü Türkler, İslamî döneme geçtiklerinde eski edebî alışkanlıklarını bırakmamışlar, bilakis bunlardan hem istifade etmişler hem de geliştirerek devam ettirmişlerdir. Kâşgarlı Mahmud’un Türk halk edebiyatına ait en güzel örnekleri sunduğu Karahanlı dönemi edebiyatında ve sonrasında geleneklerinden hiç kopmamışlardır. Öz, ruh ve anlayış yönünden hep aynı kalmayı başarmışlardır. Bu husus, Türklerin Müslüman olduklarında girmiş oldukları medeniyet dairesinde gördükleri ve Arap edebiyatında doğan mesnevi formuna yabancı olmadıklarını göstermesi bakımından önemli ve dikkat çekicidir.
Türkistan’ın Merv, Beykent, Buhara, Semerkand, Faryab, Şaş (Taşkent), Kâşgar ve Harezm gibi büyük şehirleri erken devirlerden itibaren bir kültür merkezi hâline gelmiş, ilim, irfan ve sanat yönünden gelişmeye başlamıştır. Türk yurtlarında kurulan cami, medrese, tekke, dergâh gibi mekânlar eğitim ocakları hâline dönüşmüş, buralarda ilmî seferberlik başlatılmıştır. Başta din ve edebiyat alanında olmak üzere pek çok alanda Türk asıllı birçok âlim, mütefekkir, sanatkâr ve şair yetişmiştir. Böylece, Irâk-ı Arab’ın yanında Türkistan coğrafyası, ikinci kültür merkezi olarak İslam dünyasındaki yerini almıştır. Bu yeni oluşum, diğer alanlarda olduğu gibi kendisini edebiyatta da göstermiştir. Özellikle İslam dünyasında “ilk Rönesans devri” olarak kabul edilebilecek bu dönemde, önemli bir Türk-İslam merkezi hâline gelen Doğu Karahanlıların başkenti Kâşgar’da, İslamî Türk edebiyatının bilinen ilk eserleri Karahanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Ahmet Caferoğlu’nun belirttiği gibi, bu ilk edebî eserlerin, Türkistan coğrafyasında verilmesi bir tesadüf değildir. Bunda edip ve ilk şiir mektebinin kurucusu Yusuf Has Hacip ile İskenderiye mektebi üslûbunda ilk Türk gramerciliği geleneğini kuran Kâşgarlı Mahmud’un, iki yönlü olarak Türk dilini işlemeleri ve birleştirmeleri etkili olmuştur. Ayrıca her ikisinin de eserlerini Türklük bilinci ile yoğurarak oluşturması dikkat çekicidir. Bu iki kültür merkezi - Irak-ı Arab ve Türkistan- aracılığıyla Araplarla Türkler, aynı inancı paylaşmaları yanında, bilimsel etkinliklerde de yan yana gelmeye başlamışlardır. Böylece Türkistan’daki Türkler, daha çok birlikte yaşadıkları Araplarla ilişki içerisine girerek kendilerini İslam’ın bu erken devirlerinden itibaren başta Abbasî edebiyatı olmak üzere dinî bilimlere adamış ve kültürel bir seferberlik başlatmışlardır. Bu seferberlik kendini önce dinî alanda göstermiştir. Nitekim XI. asırda Türkistan coğrafyasındaki İslam hukukçularının yüzde yüze yakınının Hanefî fıkıh ekolünü benimsemesi bu gerçeği gözler önüne sermektedir.
Divan-ı Hikmet
12. yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir.
Eser Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın ilk eseri, yazarı da ilk Türk mutasavvıfı olarak bilinir.
Dini ve ahlaki öğütler içermektedir. Kitapta Allah aşkı Peygamber sevgisi işlenmiştir.
Türkçenin Tarikat Dili olarak kabul edilmesi ve yayılmasını sağlamıştır.
Divan-ı Hikmet, Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetlerinin yani dini-tasavvufi şiirlerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu eser, Ahmet Yesevi’nin tarikatında bulunan Şaban Durmuş tarafından Ahmet Yesevi’nin görüşlerini ve düşüncelerini kitap haline getirmesiyle oluşturulmuştur.
Dörtlük ve beyitle yazılmıştır. Ayrıca 144 hikmet ve 1 münacaat’tan oluşur.
ATABETÜ’L HAKAYIK
Eser, Ahmet Yükneki’nin, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd Sipehsalar’a hediye ettiği, hadis ve Arapça beyitlere dayanarak yazdığı şiirlerden oluşuyor.
Ahlaklı insan olmanın yollarını, ahlak ilkelerini açıklamış, çeşitli ahlakî öğütlerde bulunmuş, İslamî düşünce ve görüşlere yol gösterici olmuştur.
Uygur alfabesi ile yazılmıştır. Konusu din ve ahlaktır.
“Gerçeklerin Eşiği” anlamına gelir. Telmih yani hatırlatma sanatı kullanılmıştır.
Ahlakî değerleri anlatan eğitici ve öğretici bir eserdir. Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder