Uygurlar, 745 yılında kendi kağanlıklarını kuruncaya kadar diğer Türk boylarıyla bir arada yaşamış, Kök Türk yazıtlarında Tokuz Oguz ya da Oguz adıyla anılmışlardır.
Kao-chü / Kao-che “yüksek arabalılar” adıyla da anılan Uygurların, 6. yüzyılda Tölis/Tölös (Tieh-le) birliğinin içinde yer alan boylardan biri olduğu bilinmektedir.
Uygurlar, Uygurlara ait metinlerde ise genel olarak On Uygur adı geçmektedir.
Uygurlar 5. yüzyıldan 8. yüzyılın ortalarında Uygur Bozkır Devletinin kuruluşuna kadar geçen sürede çeşitli Türk boylarıyla birlikte yaşamışlardır.
Uygur Bozkır Devleti, Orhun Uygur Kağanlığı ya da Ötüken Uygur Devleti adlarıyla anılmaktadır. Devletin sınırlarını doğuda Su-wei, batıda ise Altay dağları oluşturmaktadır. Devletin idare edildiği merkez (ordu-balık) ise, Orhun nehri yakınlarında inşa edilen Karabalgasun’dur.
Kansu Uygur Devleti
Ötüken’den ayrılan Uygurların bir kısmı Tibet ve An-hsi bölgesine göç ederek Kansu (Kan-chou) merkezli Kansu Uygur Devletini kurmuşlardır. 9. yüzyılın sonlarında buraya hâkim olan Uygurlar, 10. yüzyılın ortalarından itibaren bölgenin cazibe merkezlerinden biri olmuştur (yaklaşık 900-1028). Kansu Uygurları, 1028 yılında Tangut ve Kitanların hâkimiyeti altına girmişlerdir. Kansu Uygurlarının Uygur tarihi bakımından önemi, Tun-huang (Bin Buda) mağaralarının bulunduğu bölgede olmasıdır.
Bin Buda mağaralarından çıkarılan metinlerin Uygur Türkçesinin tarihî gelişimini tespit etmede özel bir yeri vardır. Tun-huang ve civarında yazılmış Uygur metinleri, 1028 yılındaki Tangutların saldırısından korumak maksadıyla, bölgedeki Bin Buda mağaralarına saklanarak, mağaraların önü duvarla örülmüştür. Bu olaydan hareketle, Bin Buda Mağaralarında bulunmuş olan Uygur Kağanlığına ait metinlerin, en geç 11. yüzyıla ait oldukları tahmin edilmektedir (Hamilton 1998: 6).
Kansu Uygurları 1226 yılında Çengizlilerin hâkimiyeti altına girmiştir. Kansu’daki Uygur Türkleri, Beş Balık Uygurlarının aksine Budizme inanmışlardır. Budizm Tarım havzasında Uygurlar arasında günümüze kadar Kansu’daki Sarı Uygurlar tarafından devam ettirilmektedir.
Hoço (Turfan) Uygur Devleti
Bugünkü Turfan bölgesine yerleşen Uygurlar, Hoço (Kao-ch’ang) Uygur Devleti veya Turfan Uygur Devleti olarak adlandırılan bir devlet kurarak, Uygur kültürünün en yoğun yaşandığı bir merkez hâlini almıştır (850-1250).
Hoço Uygur Devleti ilk önce 1206 yılında Kara Hıtay devletinin, 1209 yılında da Cengiz Hanın hâkimiyetine girmiştir. Hoço Uygur devleti, Hoço, Beş Balık, Hami ve Karaşahr şehirlerinde önemli eserler meydana getirerek bölgenin kültür merkezlerinden biri olmayı başarmıştır. Beş Balık, Hoço Uygur devletinin yazlık; Hoço ise kışlık başkentleri olmuştur. Uygur hükümdarları İdikut unvanıyla anılıyorlar, başkentlerine de İdikut şehri deniliyordu. 13. yüzyılın ortalarından itibaren Uygurlar tamamıyla Moğol hâkimiyeti altına girmekle birlikte kültürel varlıklarını 16/17. yüzyıla kadar devam ettirmişlerdir. 13. yüzyıldan itibaren Hoço, Turfan ve Beş Balık şehirlerinde İdikut ünvanlı Uygur hükümdarlarının bulundukları görülmektedir. Bilhassa Kubilay Han (Yüan) döneminde Uygur Budizmine ait birçok eserin kaleme alınması, Uygurların Moğol imparatorluğu içinde askerî güç kadar kültürel üstünlüğü de elinde bulundurduğunu göstermektedir. Kansu Uygurlarının 14. yüzyılın ortalarına kadar yazdıkları dinî metinleri, 17. yüzyılın sonlarına kadar çoğaltarak yaşattıkları bilinmektedir. Hoço Uygurları varlıklarını Moğollara bağlı olarak 1260 yılına kadar devam ettirmişlerdir. Hoço Uygur devletine 1368 yılında Ming hanedanlığı tarafından son verildi. 13. yüzyıldan sonra Turfan bölgesindeki Uygurlar hızla İslamiyeti kabul etmişlerdir. Böylece Budizm 13-14. yüzyıllarda daha doğuya Sa-chou bölgesine kaymış, burada birçok Budist eser tercüme edilmiştir.
UYGUR EDEBİYATI
Uygur yazılı ürünleri arasında Budist yapıtları büyük yer tutmaktadır.
762’de resmî din olarak kabul edilen Manihaizm'le ilgili elyazmaları ise Budizm'le ilgili olanlara göre çok daha azdır. Hıristiyanlığın Nesturî mezhebi ile ilgili Uygurca yazmaların sayısı ise çok çok azdır.
Budist Uygur Edebiyatı
Budist Uygur yazılı belgelerinin büyük bölümü Çinçe, Tibetçe, Toharca, Sogdça ve Sanskritçeden çeviriler (Çeviri olan bu eserlerde çoğu kez genişletme ve eklemelere gidilmiş, böylelikle metnin daha iyi anlaşılır duruma getirilmesine çalışılmıştır.) ( Eldeki çeviri eserlerin büyük kısmı Çinceden yapılmış olanlardır. Hangi dilden çevrildiği bilinmeyen metinler de vardır.)
Az sayıda özgün (telif) eser de vardır.
Uygur Budist çevirilerinde zamanla Budizm kavramlarını karşılayabilen Türkçe terimler yaratılmış, bu terimler sonradan Moğol Budistlerince de kullanılmıştır (R. Rahmeti Arat, “Uygurlarda Istılahlara Dair”, Türkiyat Mecmuası, C. VII-VIII/1, İstanbul 1942, s. 56-81).
Budist Uygurlardan Kalan Eserler
jataka-sutra
Buda ve Boddhisavattların başından geçen olayları anlatan avadana ve jataka öyküleri (Budizmi kabul eden halk topluluklarına dinsel çoşku vermek için yazılmıştır. Cemaat toplantılarında rahiplerin halka okuduğu bu öyküler, çoğu zaman sutralar (Buda’nın vaazları) içine yerleştirilmiştir.)
Özellikle Budist Uygur edebiyatı, hem manzum hem de düzyazı şeklinde düzenlenmiş zengin sayılabilecek bir jataka külliyatına sahiptir. Öykülerde anlatım son derece açık ve canlıdır.
Öykülerin cemaat toplantılarında yalnız okunmakla kalınmayıp aynı zamanda sahnelenmek üzere yazıldığı da sanılmaktadır. Olayların geçtiği yeri ve olayın bir anını gösteren büyük boy resimler dinleyicilerin karşısına konulmakta, olayın değişmesi ile resim de değişmektedir.
Maitrisimit
Toharcadan genişletmelerle Uygurcaya çevrilen Maitrisimit, bu şekilde körünç “görülecek şey, sahne eseri” olarak yazılmıştır. Maitrisimit’in bir kısmı Buda’nın hayatını anlattığından, konu bakımından avadana’ların arasına girdiği gibi, bir kısmı da onun vaazlarını içine alır, yani sutra’lara aittir. Budanın dinî temsil kademelerini, dinini yükseltmek ve tanıtmak için yaptığı hareketleri anlatır. Sonunda günahkârlar, cehennem azabı çekerler, Maitreya (ileride gelecek olan Buda) vasıtası ile kurtulurlar. Karşılıklı konuşma hâlinde yazılan bu kitap yukarıda sözü edilen körünç başlıkları ile ilk temsilî eserlerden biri olduğu kanaatini vermektedir. Eser, 27 bölümden (ülüş), bir giriş (yükünç) ve 28 fasıldan ibarettir. Berlin Akademisinde A. von Gabain tarafından 1959’da bulunmuş olan Maitrisimit parçaları toplanarak Wiesbaden’da R. Hartmann’ın kısa bir girişi ve A. von Gabain’in açıklamalarıyla yayımlanmıştır. Sonraki yayını ise Ş. Tekin’e aittir (Uygurca Metinler II. Maitrisimit, Ankara 1976.)
(Ayrıca başka Uygur metinlerinde körünçlük “üzerinde gösteri yapılan yüksek yer, sahne”, körünççi “seyirci”,
körünçlemek “seyretmek” gibi sözcüklerin geçmesi Uygurlarda tiyatro sanatının varlığını doğrular niteliktedir.)
Kalyanamkara et Papamkara
Maitrisimit gibi sahneye konulmak üzere yazılmış önemli bir eser de Kalyanamkara et Papamkara (İyi Düşünceli Kardeşle Kötü Düşünceli Kardeş) öyküsüdür. Bu eser üzerinde Fransa’da yapılan ilk iki çalışma 1914 yılına aittir. 1940’ta Hüseyin Namık Orkun, Prens Kalyanamkara et Papamkara Hikâyesinin Uygurcası (TDK Yayınları, İstanbul 1940) adı ile çalışmasını yayımladı. J. R. Hamilton’un 1971’deki yayınından sonra bu yayının iki defa Türkiye Türkçesine çevirisi yapılmıştır (James Russell Hamilton (Çeviren: Ece Korkut, İsmet Birkan), Budacı İyi ve Kötü Kalpli Prens Masalının Uygurcası, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi, Simurg, Ankara 1998. (Çeviren: Vedat Köken) Buddhacılığa İlişkin Uygurca El Yazması. İyi ve Kötü Prens Öyküsü, TDK Yayınları, Ankara 1998.).
Budist Uygur sahasında Buda vaazlarını konu alan sutralar (Uygurca sudur) da yazılmıştır. Sutraların büyük çoğunluğu Uygurcaya çevrilmiştir
: Nirvanasutra,
Maytrisudur,
Saddharma-pundarika sutra,
Suvarnaprabhasa sutra,
Amitabhasutra
Bu sutralar içinde en önemlisi S. E. Malov’un 1910’da bir kısmını Sarı Uygurların ibadethanelerinde bulduğu bir kısmını da özel şahısların ellerinden aldığı Suvarnaprabhasa sutra, Uygurca adı ile Altun Yaruk’tur.
Altun Yaruk
Çinceden 11. yy başlarında yaşadığı sanılan, -Hsüan Tsang biyografisini de çeviren- Beşbalıklı Şıngko Seli Tutung adlı bir Uygur bilgini tarafından Uygurcaya tercüme edilmiştir. Berlin koleksiyonunda hiçbiri tam olmayan 6 yazmanın kalıntıları vardır. Leningrad’ta hiç eksiksiz bir yazması bulunmaktadır. Eser 10 kitap, 31 bölümden ibarettir. Bu yazma 1687 yılında kopya edilmiş olmasına rağmen dili klâsik Uygurcadır. Bu nüsha üzerinde ilk çalışan W. Radloff olmuştur. Radloff, Malov ile birlikte, 675 sayfa tutan bu eseri, Uygur harfleri ile dizdirerek Almanca çevirisi ile yayımlamıştır (Suvarnaprabhāsa, Bibliotheca Buddhica 17 (metin), 27 (Almanca çeviri), Petersburg 1913, 1930.). El yazma yaprağın her iki tarafı da yazılı idi. Her sayfada ortalama 23 satır vardı. Bu nüshanın bulunması sonucunda daha sonra bulunmuş olan küçük Uygur yazılarını okumak o kadar zor olmamıştır. Eser üzerinde çalışmış olanlar ve bugün halen çalışmalarına devam edenler sırasıyla S. E. Malov, S. Çağatay, Ş. Tekin, C. Kaya, M. Ölmez, P. Zieme ve K. Röhrborn’dur.
Kuan-şi-im Pusar
Sutra’lar arasında bir eserin adı Kuan-şi-im Pusar’dır. Aslında bu yazma büyük bir eserin Sanskrit adıyla Saddharmapundarika-Sutra’nın Uygurcası Vap hua ki atlıg nom çeçeki sudur’un 25. bölümüdür. Elimizde olan Uygurca metin Mahayana mezhebine ait bir eserin Bodhisattva Avalokitesvara başlıklı 25. bölümünün Çinceden tercümesidir ve Uygurca Metinler I (Erzurum 1960) başlığıyla Ş. Tekin tarafından işlenip yayımlanmıştır. Berlin Akademisinde 4 nüshası vardır, dördü de Turfan çevresinde bulunmuştur. Çinceden ne zaman, nerede ve kimin tarafından çevrildiği bilinmemektedir. Bir nüshası Leningrad’ta bulunmaktadır, ilk yayımı W. Radloff tarafından Rus Akademisince Uygur harfleri ile ve Almanca çevirisiyle 1911’de St. Petersburg’da yapılmıştır. Bundan başka F. W. K. Müller, Uigurica II içinde 1912’de Akademide bulunan 60 satırlık bir nüshayı yayımlamıştır. Metnin konusu put namzedinin (Boddhisatva) zor ve sıkıntılı durumda olan insanlara her yerde görünüp yardım etmesidir.
Sekiz Yükmek
Budist Türk edebiyatında Çinceden çevrilmiş uydurma (apokryphal) sutra’lar da vardır. Sekiz Yükmek “Sekiz Yığın” adlı sutra, bu türe girmektedir. Berlin, Londra, Tokyo ve Leningrad’ta birçok yazma nüshası vardır. Bu eserin birkaç nüshası karşılaştırılarak 1934’te V. Bang, öğrencileri A. von Gabain ve G. R. Rachmati (Gabdu’r-Reşid Rahmeti)’nin hazırladıkları Türkische Turfantexte VI’da yayımlanmıştır. S. Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri I (Ankara 1963)’de eserin bir kısmını ve içerdiği sözcüklerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarını vermiştir. Sekiz Yükmek üzerine 1971 yılında L. Ligeti’nin (Autour du Säkiz Yükmäk yaruk, Studia Turcia, Budapest 1971, s. 291-319.) ve 1979-2000 yılları arasında J. Oda’nın (“New Fragments of the Buddhist Uighur Text Säkiz yükmäk yaruq”, Altorientalische Forschungen, 10, 1983, 125-142.) çalışmaları olmuştur.
(Budist Uygurlardan kalan en önemli ve en kapsamlı sutraların dışında daha birçok sutra ve bunlar üzerinde yapılmış pek çok çalışma vardır.)
Hsüang Tsang
Bu kitapta adı, I. Köktürk Kağanlığı anlatılırken geçen Çinli Budist rahip Hsüan Tsang (600-664)’ın biyografisini ölümünden sonra rahibin öğrencileri yazmış, 10. yy’da Altun Yaruk’un mütercimi Şıngko Seli Tutung bu biyografiyi Uygurcaya çevirmiştir. Bu biyografide Hsüang Tsang’ın Doğu ve Batı Türkistan üzerinden Hindistan’a yaptığı seyahat ve Çin’e döndükten sonraki çalışmaları büyük bir yer tutmaktadır. Tek nüshası olan bu çevirinin parçaları Pekin, Paris ve Leningrad’ta bulunmaktadır. Türk siyaset ve kültür tarihi araştırmaları için de önemli olan bu çeviri üzerine 1935’te Gabain’den başlayarak pek çok bilim adamı tarafından bugüne dek devam eden çalışmalar yapılmıştır. (N. Togan, “Peygamber Zamanında Şarki ve Garbi Türkistanı Ziyaret Eden Çinli Budist Rahibi Hüen-Çang'ın Bu Ülkelerin Dini ve Siyasi Vaziyetlerine Ait …”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. IV, Cüz: 1-2, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1964. K. Röhrborn, M. Ölmez, Xuanzangs Leben und Werk, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2001).
Tövbe Duaları
Budist Uygur edebiyatı içinde tövbe duaları da vardır. Bunlar, Budizme inanan halkın işlediği günahlardan arınması için hazırlanmış metinlerdir. Budist Uygurlara ait yazılı ürünler arasında dharani (Uyg. darnı) adı verilen büyü formüllerinin yazıldığı metinler de vardır. Uigurica II’de Çinceden çevrilmiş böyle bir metin konu edilmiştir. darnı’lar ayrıca bir öykünün içine yerleştirilmiş de olabilir.
(Çoğunluğu çeviri olan bu eserler, Budist Uygur edebiyatının düzyazı (nesir) ürünlerine örnektir. )
Bir de şiir (manzum) türünde ve genelde özgün yaratı olan ürünler vardır. Şiirlerin çoğu dinî konuları işledikleri hâlde, aralarında insanın dünya ile ilgisini gösteren, tabiat sevgisini canlandıran ve hayatın hikmetini ortaya koyan çok güzel lirik parçalar da vardır. Bunların büyük kısmı öğretici amaçla, bir kısmı da dinsel çoşku sağlamak amacıyla kaleme alınmıştır. Ayrıca kimi zaman düzyazılı metinler içerisine şiir parçaları yerleştirilerek konuyu daha iyi ve etkili anlatmak amaçlanmıştır. Bu şiirlerin en önemli özelliği ön uyak (alliterasyon) bulunmasıdır. Bazılarında da ön uyaktan başka son uyak ve hece ölçüsü görülmektedir. Bunlar R. R. Arat’ın Eski Türk Şiiri (TTK Yayınları, Ankara 1965) adlı eserinde büyük çapta bir araya getirilmiştir. Arat, bu kitapta “Mani Muhitinde Yazılan Eserler”den sonra “Burkan Muhitinde Yazılan Eserler”, “Ayrı Parçalar (Pratyaya-Şiiri)”, “İslam Muhitinde Yazılan Eserler” ve “Nazım İle İlgili Parçalar” bölümlerine yer vermiştir.
Zieme, 1985 ve 1991 yılında yayımladığı eserlerinde Turfan ve Dunhuang Budist Türklerinden kalmış manzum metinler ile bu metinlerin şekil, tür ve içerik analizlerini yapmıştır (Buddhistische Stabreimdichtung der Uiguren, BT XIII, Berlin 1985. Die Stabreimtexte der Uiguren von Turfan und Dunhuang, Budapest 1991.). Bu eserlerin dışında Budist Uygur şiiri ile ilgili olarak yazılmış pek çok makale bulunmaktadır.
Mahiheist Uygur Edebiyatı
762’de Maniheizmin devlet dini olarak kabul edilişinden 840 yılında Uygurların Doğu Türkistan’a göç etmesine kadarki 80 yıl boyunca Maniheist Uygur edebiyatının ilk ürünlerini vermeye başladığı söylenebilir. Bozkır Uygur Kağanlığı döneminde Maniheizmin kabul edilişini anlatan metin Türkische Turfantexte II’de yayımlanmıştır.
Maniheist Uygurlardan kalan metinler küçük boyutlu yazmalardır. Kimi kez de yazma parçası üzerine ancak birkaç sözcük yazılmıştır. Yazıların dikkatli ve titiz ellerden çıktığı gözlenir. Noktalama işaretlerinin kullanımı bakımından da Budist çevreye ait metinlerden kolaylıkla ayırt edilebilir.
Maniheist Uygur edebiyatının ürünleri arasında öyküler, dinî metinler yani Maniheistlerin uyacakları kuralları anlatan metinler ve bir Mani manastırı yönetmeliği, tövbe duaları ve ilahiler kalmıştır. Özellikle hem ön uyakla hem de son uyakla yazılmış başarılı şiir örnekleri vardır. İlk Türk şairi olarak bilinen Arpın Çor Tigin’in de aşk konusunda yazılmış bir şiiri, Maniheist yazmalar arasındadır. Bu şiirin, Türk lirik şiirinin ilk ve en eski örneği olduğunu R. R. Arat 1960’ta söylemiştir (R. R. Arat, “Edebiyatımızda İlk Lirik Şiir”, Türk Yurdu, 50. yıl, S. 284, Mayıs 1960, s. 37-38).
Uygurca adı İki Yıltız Nom (İki Kök Kitabı) olan metnin Mani’nin yazdığı yedi kitaptan birinin Uygurca çevirisi olduğu sanılmaktadır. Manichaica I ve III’te bu metnin parçaları yayımlanmıştır.
Huastvanift’
Günah çıkartarak tövbe etmek için hazırlanmış metinler arasında en önemlisi Huastvanift’tir. Koço ve Dunhuang çevresinde bulunan Huastvanift yazmaları, Mani ve Uygur alfabesi ile yazılmış olup bunların Sogdcadan çevrilmiş olabileceği sanılmaktadır. Eser üzerinde 1904 yılında F. W. K. Müller’in başlattığı pek çok çalışma vardır. Berlin Brandenburg Akademisi Turfan Koleksiyonunda saklanan Eski Türkçe metinlerin dijital ortama aktarılması projesi kapsamında yürütülen “Vorislamische Altturkische Texte: Elektronisches Corpus” (VATEC) projesinin 2001 yılında yapılan örnek CD’si içinde de Huastvanift metninin Uygur ve Mani harfli nüshalarından parçalar (Londra nüshasının tamamı, Berlin ve Leningrad nüshalarından parçalar ile tamamlanmış bir metin olarak) ile 51 adet Mani ve Uygur harfli fragman dijital ortama aktarılmıştır.
Maniheist metinler üzerinde başlangıçta en fazla çalışma yapan, Manichaica süreli yayınını 1911’de başlatan A. von Le Coq olmuştur. Onun bir dizi hâlinde çıkan Manichaica (I-III) adlı süreli yayını bugün de Türkoloji tarihinde değerini korumaktadır. Daha sonra Berlin Koleksiyonunda bulunan Maniheist çevreden kalmış bütün metin parçaları P. Zieme tarafından işlenmiştir (Manichäisch-türkischä Texte (Texte, Übersetzung, Anmerkungen), Berliner Turfantexte V, Berlin 1976.).
Başka Metinler
Eski Türkler arasında az sayıda olmak koşuluyla Hıristiyanlığın Nesturî mezhebine inanırlar da çıkmıştır. Turfan ve çevresindeki buluntular arasında Hıristiyan Uygurlardan kalan az sayıda metin vardır. Yakubos İncili’nden kalan iki yapraklık metin, Uigurica I’de Müller tarafından yayımlanmıştır. Hıristiyanlığa ait başka parçalar da vardır. Aziz Georg’un çektiği ölüm acılarını anlatan metin, Manihaica II’de A. v. Le Coq tarafından işlenmiştir. Ayrıca söz konusu metin üzerinde, 1926 yılında yapmış olduğu çalışmada V. Bang da durmuştur. P. Zieme tarafından Turfansammlung’da Uygur ve Süryanî alfabeleriyle yazılmış daha başka 12 metin parçası belirlenmiştir (“Zu den nestorianichen-türkischen Turfan texten”, Sprache, Geschichte und Kultur de Altaischen Völker, Berlin 1974, s. 661-664.).
Uygurca yazılı metinler arasında hukuk belgeleri de vardı. Bu belgeler, borç alıp-verme, alım-satım, kiralama, rehin, evlat edinme ve vakıf vesikaları ile vasiyetname konularındadır. Bu konuda oldukça fazla bilim adamı çalışmış olmakla birlikte Türkiye’de R. Rahmeti Arat’ın çalışmaları aşılmış değildir (Eski Türk Hukuk Vesikaları, Türk Kültürü Araştırmaları I, Ankara 1964.). Arat’tan önce A. Caferoğlu ve H. N. Orkun’un da konuyla ilgili çalışmaları olmuştur (A. Caferoğlu, “Uygurlarda Hukuk ve Maliye Istılahları”, Türkiyat Mecmuası, 4, İstanbul 1934. H. N. Orkun, Türk Hukuk Tarihi. Belgeler, T.C. Adliye Vekilliği, Ankara 1936, s. 549-628). Ayrıca bu belgeleri Ö. İzgi de tarihçi gözüyle değerlendirmiştir (Uygurların Siyasî ve Kültürel Tarihi. Hukuk Vesikalarına Göre, TKAE Yayınları, Ankara 1987.).
Gökbilim
Takvim, yıldız falı
Sihir
Sağlık bilgisi
Fal ve muska
konularında Uygurca yazılı metinler
Irk Bitig
Berlin Turfan yazmaları kolleksiyonundaki tıp metinleri, ilk olarak Reşid Rahmeti Arat tarafından işlenmiş ve yayımlanmıştır (Zur Heilkunde der Uiguren -Uygurları sağlığa kavuşturma bilgileri üzerine-), Berlin 1930.). Fal kitaplarında ise Maniheist çevrede yazılmış olduğu sanılan, Türk-runik harfleriyle yazılı olan Irk Bitig “Fal Kitabı” son derece önemlidir.
"(Budizm: Kimi kişilerin din, kimilerinin felsefî sistem olarak kabul ettikleri Budizm, MÖ. 563-483 yılları arasında yaşayan Gautama Buddha adlı bir Hintli tarafından kurulmuştur. Tanrıtanımaz (Athee) bir din olan Budizmin beş temel kuralı vardır: 1. Öldürmemek, 2. Yalan söylememek, 3. İçki içmemek, 4. Hırsızlık yapmamak, 5. Kimsenin karısını almamak. Bu kuralların tümünü yerine getiren bir Budist, Nirvana’ya (ülküsel amaç) ulaşır.
Maniheizm: 216-277 yılları arasında yaşamış olan Mani tarafından kurulmuştur. Mani, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Burkancılığın yararlı gördüğü noktalarını toplayarak kendi sistemini kurmuştur. Zerdüşt papazları Maniheizmin güçlenmesi karşısında hükümdara baskı yaparak Mani’yi öldürtürler.
Maniheizm, karşıt güçlerin çarpışması üzerine kurulmuştur. Karanlıklar göğü ile ışık göğü durmaksızın savaşırlar. Burada karanlık tüm kötülükleri, aydınlık ise iyiliği, güzelliği ve ruhu sembolleştirir. Dünyanın yaratılışı sırasında karanlık ile aydınlık birbiri ile karışmıştır. Işığı karanlıktan kurtarmak gerekmektedir. Bu sonuca ulaşıldığı zaman insanlar mutlu olacaklar ve dünyanın sonu gelecektir. Bunun için çalışmak, bu dinin kurallarını yerine getirmek gerekmektedir. Dua, oruç, günah çıkarma, canlıları öldürmemek, içki içmemek karanlığın içinde bulunan ışık parçalarını kurtararak, onların ışık ülkesine gitmesini sağlayacaktır.
Maniheizm, 3. yy’dan itibaren doğum yeri olan Babilonya’dan eski dünyanın bilinen bütün ülke ve bölgelerine hızla yayılmıştır. Dördüncü yüzyılda Roma İmparatorluğunun batı bölgelerine, Galya ve İspanya’ya, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmışsa da Hıristiyanların baskısına maruz kaldığından 6. yy’da bu ülkelerde ortadan kalkmış, ancak Doğu Akdeniz bölgesinde 9 yy’a kadar varlığını koruyabilmiştir.)"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder