31 Ocak 2021 Pazar

Ruhu Şiir Yazan Kadın- Mihri Hatun - 15. yy AMASYA


 

1985'te ismi Venüs'te bir kratere verilen Mihri hatun  1460  veya 1461 Amasya'da doğdu . Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa'dır. "Mihrî" mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyî) aldı.

15. yüzyılda yaşamış olan Mihri Hatun, kendisi de "Belayi" mahlasıyla şiir yazan bir Osmanlı kadısının kızıdır. Kültür düzeyi yüksek bir ailede yetişen Mihri Hatun yaşadığı dönemde  Sultan II. Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı.

Divan edebiyatının bilinen ilk kadın şairi   Zeynep Hatun,  ile aynı dönemde yaşamıştır. 

Güzelliğiyle bölgede nam salan Mihrî Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Necati Bey ,Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi , Sinan Paşazâde İskender Çelebi ile şairane üslubun diyalogları söz konusu edilmiştir.

Divanı, 1967'de Moskova'da basıldı. Türkiye'de 2007'de basıldı (Mihri Divanı, Mehmet Aslan, Amasya Valiliği Kültür Yayınları).

 

Gazel

 

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın

Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın

 

Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın

Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın

 

Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim

Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın

 

Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim

Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın

 

Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin

Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın

 

Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin

Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın

 

Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim

Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın

 

Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına

Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın

 

(Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt3, Sayi10)

 

 

 Yetiştirdiği şairler arasında Ani Hatun da vardır.




"Yaşamak devasa bir tiyatro sahnesi ya seyircisindir ya da oyuncu" Ani Hatun

30 Ocak 2021 Cumartesi

Melisa GÜRPINAR

Melisa GÜRPINAR (1941 - 2014)

“Melisa Gürpınar, 1941’de İstanbul’da doğdu. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde bir süre okudu. İstanbul Belediyesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. İlk şiir kitabı Umut Pembeleri, 1962’de yayımlandı. Öğrencilik yılları ve sonrasında, edebiyat alanındaki çalışmalarını sürdürürken, tiyatronun birçok alanında da, öncü, amatör ve profesyonel girişimlere katkıda bulundu. Sonraları ise, tiyatroyla ilişkisini, eleştirmen olarak korumaya çalıştı. 

1975’te Yeni Bir Gün Şarkısı adı altında üç şiir kitabını bir arada yayımladı.

 1981’de Geceyarısı Notları, 

1983’te Ara Beni Sevgilim Sözcüklerin İçinde ve Yalnızlık Mevsimi, 

1985’te Yaz Mektupları adlı şiir kitapları yayımlandı.

 1990’da yayımlanan İstanbul’un Gözleri Mahmur adlı şiirsel öyküleri, Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü aldı.

  1992’de Çocukluğum ve Ölümüm adlı şiir kitabıyla, Uçup Giden Kent adlı çocuk romanı yayımlandı.

1993’te Bir İstanbul Üçlemesi olan bu çalışmanın ikinci parçası, Yeni Zaman Eski Hayat adlı bir oyun   basıldı ve o yıl sahneye konulup oyun yazarlığı dalında Avni Dilligil Ödülü’nü aldı. 

1997’de Okul Arkadaşım adlı gençlik romanı 

 1998’de Salkımsöğütlerin Gölgesinde adlı düzyazı şiir kitabıyla, Kitap Benim Kanadım adlı çocuklar için yazılmış şiirsel bir anlatı kitabı da yayımlandı.

 1999’da, Her Harf Bir Melek adlı şiir kitabı yayımlanan Melisa Gürpınar, toplu oyunlarını ve İstanbul üzerine yazılmış anı ve denemeleri  de bulunmaktadır.


Gece Yarısı Notları

ben on dört yaşımdaydım ilk şiirlerimi yazdığımda

ve ilk aşık olduğumda bisiklete binen bir oğlana

- ama ondört yaşında hiç aşk şiiri yazmamış olmamı

aşkı anlamadan hiç konuşmayan bir sağduyuya mı bağlamalı -

 

sonra okulda bir ablaya aşık olacaktım

sonra saçları oluklu mukavva gibi dalgalı yaşlı bir memura

sonra -inanmaycaksın belki- sinemada yer gösteren bir

adama

 

sonra bir kaleciye

hey tanrım sonra bir deniz subayının ellerine

bir lise öğrencisinin uzun kiprikli gözlerine

ve gözlüklü bir keman öğretmenine

artık aşkı bir mirasyedi gibi harcayacaktım

hiç inanmadan duygu kaynağının bir gün kuruyacağına

ve kimbilir kaç yaşımda olacaktım

aşkın

ancak bedensel bir bütünleşme söz konusu olduğunda

onu gözelleştiren bir çaba olduğunu

şöyle bir düşünmeğe başladığımda

girişilmesi güç ve zorlu bir çaba olduğunu onun da

sen bir ozan kızısın

çok büyük tarihi aşklardan

ve sabun köpüğü gibi çocukluk günlerinden yaratılmadın

dünyanın bütün acılarını kollarında uyutan bir kadınsa

senin anan

artık kimselere aşık olamaz

olsa da can eriği yemiş gibi olur ancak....

 

ben onsekiz yaşında da hiç olmadım

kayak yaptığımı anımsamıyorum

yüzme havuzuna girdiğimi ve berbere gittiğimi de

dünyanın doğusuna doğru ilerledikçe

çoğalır hiçbir yaşa gelmeden ölenler

ve neden öldüğünü bilmeden ölenler yemen'de

altmış yaşında da olamaz kimse

kırkbeş yaşında da tam tamına

ben artık neyi yazıyorsam

onu yazdığım yaşta duracağım

karar verdim yalnız oralarda yaşayacağım

 

sen bir ozan kızısın

durmadan yaşlanan

ve ağlamaktan başka silahı olmayan

bir kadının değil

hırçın bir hesap uzmanı da değil vergi dairesinde

çok güler yüzlü bir bayan banka şefi de değil senin anan

devetabanlarıyla dolu bir odada müşteri ağırlayan

sapho'yu tanımamış olabilirim nazım hikmet'i

bir ozanım ama

ne faulkner'ı ne nietszche'yi saymakla biter mi

tanımamış olabilirim sözün gelişi

yunus emre gibi dağ başında kimseyi

atlı karınca mı keten helvası mı kiralık sandal mı

aksak timur ya da taptuk emre'mi diye sorabilirim

bunların anlamı

 

hiçbir okulu bitirmedim

hiçbir dili sevmedim ana dilimden başka

ben biraz çerkezim biraz arnavut biraz giritli

kendi esintilerimle başbaşa kalınca bazen tanımıyorum hiç

kimseleri

 

bilirim üzümü şarabı ve sirkeyi

-birbirinden elde edilen acı ve tatlı herşeyi-

reçellik incirlerin üstündeki kahverengi çilleri

kuzu etiyle rezene otu pişirmeği

dedemin biri beşyüz yıldanberi ıstanbul'da yaşarmış

söylentilere bakılırsa

ben gidip onu da görmedim

tanımak da istemiyorum aslında 'sülalemi'

hiç kitap da okumadım -var mı ötesi-.....




Ziyaettin DOKUMACI



“Adıyaman'da yaşayan resim öğretmeni
Ziyaettin DOKUMACI, gönüllü olarak başlattığı çalışmayla kentteki boş duvarlara UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki Nemrut Dağı ve yaklaşık 1800 yıllık geçmişe sahip olan Cendere Köprüsü gibi tarihi ve turistik zenginlikleri resmediyor.

Yaşadığı şehrin güzelleşmesine katkı sağlamak ve kente gelen turistlerin dikkatini çekmek isteyen Dokumacı, çalışma başlatmaya karar verdi. Dokumacı, bu kapsamda, uygun yerlerdeki köprü ayağı, trafo duvarı gibi yerleri resimleriyle süslemek için Adıyaman Belediyesi yetkilileriyle irtibata geçti. Projeyi beğenerek katkı verme kararı alan belediye yetkilileri, Dokumacı'ya gerekli malzemeleri temin edip, yanına da yardımcı olması amacıyla bir personel tahsis etti. Hiç vakit kaybetmeden çalışmalara başlayan Dokumacı, Adıyaman Kalesi'nin çevresindeki merdivenleri renklendirdi.

Çeşitli resimlerle duvarları süsleyen Dokumacı, UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki Nemrut Dağı ile yaklaşık 1800 yıllık geçmişe sahip olan Cendere Köprüsü gibi kentin en önemli tarihi ve turistik zenginliklerini de uygun bulduğu yerlere resmetti.”





Dokumacılık Sanatı

 


Sanat olan halı dokumacılığı aynı zamanda başka bir uğraşıyla ,bitkisel- doğal boyamacılıkla beraber süregelmiştir. Anadolu’da bitkisel boyacılıkta pek çok rengin sağlayıcısı bitkilerin ziraati gerçekleştirilmiş; kök boya, cehri, safran, mürver, gelincik,çınar,dut… sanat değeri çok yüksek olan eserler bırakılmasına aracı olmuştur. Dokumacılığın önemli bir bölümü kabul edilen doğal boyamacılığın nasıl yapıldığı, en çok hangi bitkilerin kullanıldığı ,mordanlama işlemi ve yöntemleri ve günümüzde de kullanılan boyar madde analizleri, aktarım metodları ile günümüze kadar ulaşmıştır.

Dokumacılık Sanatının Coğrafi Dağılımı ,Bildirimde Bulunan İller : Ağrı, Aksaray, Balıkesir, Çanakkale, Gümüşhane, Isparta, Kayseri, Kırşehir, Kocaeli, Manisa, Muğla, Niğde, Samsun, Sivas, Tokat, Uşak, Yalova

“ Çözgü iplikleri üzerine atkı ipliğinin düğümlenmesi ile dokunan desenli ve havlı yüzlü yaygılara halı adı verilir.

Türk halı sanatının ilk örneği M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllara ait İskit mezarlarında bulunan Pazırık halısıdır. Hammaddesi yün olduğu için Orta ve Batı Asya’daki koyun besleyen topluluklarda yer yaygısı olarak kullanılmış ve Orta Asya Türklerinden bugüne gelmiştir.

Halı dokumada yününün yanında pamuk ve ipek de hammadde olarak kullanılır. Gördes (Türk) düğümü, Sine (İran) düğümü, tek düğüm (İspanyol) ve Jufti düğümü kullanılan başlıca düğüm şekilleridir. Türkiye’de genellikle Gördes düğümü kullanılmaktadır. Genellikle kadınlar tarafından dokunan halıların tezgahlarına düzen adı verilir ve bu tezgahların yatık ve dik olmak üzere iki çeşidi vardır.

Halılar; bitki, hayvan, geometrik motifler, karışık şekiller ve sembollerle desenlenir. Ağaç, çiçek, çift başlı kartal, kuş, üçgen, dörtgen sıkça rastlanan desenlerdir. Halılarda kullanılan semboller ve desenler, içerdikleri anlamlarıyla aynı zamanda birer iletişim aracıdır. Halının etrafında genellikle su adı verilen ve çerçeve niteliği taşıyan karışık motifli bordürler ile ortasında göl, madalyon, sandık gibi desenler yer alır.”

Kaynak:“Geçmişten Geleceğe Yaşayan Kültür Mirasımız Türkiye Somut Olmayan Kültürel Miras Ulusal Envanteri”

28 Ocak 2021 Perşembe

Saçak Altına Sığınmış Kuş Misali



Kış ısınır da ısınmaz kimi kimsesizin elleri ayakları. Sığınmış saçak altına kuş misali, gelen geçenlerden duyduğu “Tanrı yardımcı olsun.” Söylemleri. Öyledir, insanlar arasında görünmez duvarlar örülü yahut on binlerce asırlık mesafe kurulu. Geçilmez, geçilmiş olsa neye yarar?

Hiç mi çözüm bulunamaz yahut çözümün maliyeti faydadan daha mı fazla? Nedir ölçüp biçilen ve ne ile? Ölçüp biçtiren kim?

İki çocuk oturmuş iki yapı arasında bir kuytuya, saçak altına sığınmış kuşlar misali. Birinin elinde gırnata, kutusunda saklı; diğerinde tef ,iki elinin arasında yaslı. Birinin omuzlarına yorgunluk çökmüş, diğerinin gözlerine. Küçük çocuk düşürmüş başını kendinden büyüğün omzuna, belli ki çoktan uyumuş, öyle içten, kendinden geçmişçesine. Büyük çocuğun gözleri hüzün sökmekte örülmüş olan hayattan yabansı yabansı.

                                                                                   Kün Peril

Modern İnsanın Özgür İradesiyle Kendini Kurması- Çocuk Ruhu


    

Yazmayı henüz öğrenmiş bir kız çocuğu masadaki kağıtlara sözcükler iliştirmekle meşgul. Saçları özenle toplanmış, temiz giysiler kuşanmış olduğu haliyle bahçede koşup oynamış, sevdiği birkaç kara hindibayı otlarla demet haline getirip, meyve ağaçlarından bir elma daha koparıp masanın köşesine bırakmıştı. Diğer elma geçen günlerden kalmış olmalı, huyu kaçmış, buruşuk öylece beklemekte. Meraklı gözleri kafesin kapısını açık bıraktığı için masaya konan kuşuna yöneliyor sonra kağıda. Uçup gitmesi için izin verdiği halde gitmediği için teşekkürü not düşmüş ilk satıra. Kafes kuşları doğada dilediğince uçamaz. Kanatları uzun uçuşlara yorgundur kapalı kalmaktan. Özenle çatılmış bir kafeste en iyi şekilde bakıma alınmış olmak kendi yalnızlığımıza ödünçlediğimiz hayattır olsa olsa. Mevsimlerden yaz sonu, güze yakın. Hayallerin sicimle yağacağı yağmurlara az kaldı. Sonrası kış. Kışlar her çocuk için apayrı  bir çağdır, masal çağı.

                                                                                                           Kün Peril

Şair Salih KORKMAZ


 

Şair Salih KORKMAZ  

 

1941 Amasya doğumlu şair Milli Eğitim Müdürlüğünden emekliye ayrılmıştır.

1987 yılında Türkiye birincisi Kadere Bak şarkı sözü Salih KORKMAZ’a Hürriyet’ten Altın Kelebek, Milliyet’ten ikincilik ödülü kazandırdı. Türkiye genelinde 600’ün üzerinde eseri bulunmaktadır. 42 eseri Türkiye radyo ve TV de icra edilmektedir.

Salih Korkmaz, “Kadere bak” diyerek yola çıkmış ve “Ekmek Parası” uğruna “Feleğin İşine bak” demiş ve Bilecik’e doğru yolculuğa çıkmıştı. Bundan sonraki ömrü Bilecik’te geçen Korkmaz, Bilecik’e şiirleri ve insanlığıyla değer katmıştır. 2008 Mayıs ayında aramızdan ayrılan korkmaz şiirleri ile sonsuzluğa uğurlanmıştır.

 

 

BİLMİYORUM

 

Yıllar bitmez gide gide

Vefa yoktur sevgilide

Gönül kime isyan ede?

Bilmiyorum bilmiyorum…

 

Kadehimde yoktur meyim,

Halime bak ne haldeyim,

Aşık mıyım, bilmem neyim?

Bilmiyorum, bilmiyorum..

 

Uzattım bak ellerimi,

Coşturdum sevda serimi,

Başımdaki aşk yelimi,

Bilmiyorum bilmiyorum,,

 

 

AĞLAMIŞIM GÜLMÜŞÜM

 

Ağlamışım gülmüşüm,

Kırılıp dökülmüşüm,

Aşkın için ölmüşüm

Senin umurunda mı?

 

Deryalara dalmışım,

El açıp yalvarmışım,

Yılarca ağlamışım,

Senin umurunda mı?

Deli diyorlar bana,

Ağlarım yana yana,

Esir olmuşum sana,

Senin umurunda mı?

 

 

Söz : Salih KORKMAZ

Müzik : Alaeddin ŞENSOY

 

 

Kum Sanatı


Sahne işlevi gören, ışıkla aydınlatılan yüksek bir masada ( ışık kutusu),  farklı yoğunluklarda 
ve hareketlerle   avuçtan dökülen kumun  görüntü oluşturulması ile yapılan bir sanattır.  Kum sanatını icra eden sanatçılara kum ressamı denilmektedir. Kum sanatı, genellikle “New Age” müzik türü  ile bir gösteri sanatı haline dönüştürülmüştür. 





27 Ocak 2021 Çarşamba

Antoloji

 



Antoloji ,Şiir (nazım) ya da düzyazı (nesir) ile ifade bulan yazınsal eserlerden seçilerek oluşturulan kitaplardır. Önceleri sadece edebî türlerden oluşturulan seçkiler ad olan “antoloji” kelimesi,  zamanla fotoğraf, müzik, resim gibi sanatın farklı dalları ile ilgili  derlemelere de ad olmuştur.

Bir edebiyat terimi olarak antoloji öncelikle şiirle ilişkilendirilmiştir.

“Yunanca anthos (çiçek) ve legein (toplamak, derlemek, seçmek) kelimelerinden oluşan terkip ‘çiçek toplamak’, ‘çiçek seçmek’, ‘çelenk’ gibi anlamları da ihtiva eder. Antoloji hazırlayıcısı da bir bakıma, terkibin taşıdığı bu anlama uygun olarak, eserinde ortak hafızanın yaşattığı estetik parçaları tıpkı güzel çiçeklerden oluşturulan demetler gibi bir araya getirir. Ayrıca edebiyatımızda zaman içinde, bu tür eserleri adlandırmada “letaif”, “müntahabat”, “numune”, “güldeste”, “seçki” vb. isimler de kullanılmıştır.”  (Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 4, Say› 8, 2006, 383-404)

Bir katre alevdir bu karanfil...

 



                                                      AY, HİÇBİR ZAMAN BATMAYACAK!

                    Denize yakın bir tepebaşı; yüzünü denize çevirmiş, arkasını ormana vermiş, yalnızlığın koynunda bir kulübe...Kulübenin her tarafında sarmaşık gülleri var; kapının önündeyse tüylü mü tüylü, bir o kadar da sevimli bir köpek, en derin uykusunda. Evin bacasından mutlu bir duman, göğe kavuşmanın heyecanıyla ilerlemekte...

                      Görülüyor ki bu ıssız yerdeki kulübe, yalnız değil! Akşam olmak üzere...Güneş bütün güzelliğini sermiş gözler önüne...Şimdi, bütün çıplaklığıyla denizin kollarında; vuslata erdiler artık. Birer birer dansa kalkıyor yıldızlar, güneşin ardından. Sahnede artık, birbirine dokunamadan dans etmek zorunda olan yıldızlar vardır. Bütün gece onların...Aşk dolu, ıstırap dolu bütün bir gece! Birden haşmetli, o denli de hançerli ay, yıldızlara karışıyor. Her zamanki yalnızlığıyla, yüreğine saplanmış hançerin verdiği acıyla daha bir mağrur ve olağanüstü...Yıldızlar, onun acısını sezerek adeta taş kesiliyor, sevgililerine kavuşamamanın verdiği ıstırabı hafifletmek maksadıyla ayın dayanılmaz güzelliğini seyre dalıyorlar. Gece, müthiş bir sessizlik içinde...Dalgaların sesleri martılarınkine karışıyor. Rüzgar yaprakları hışırdatıyor, cırcır böcekleri ötüşmekte...Sanki bu sessizlik içinde aşkın şarkısı yazılıyor ve durmaksızın söyleniyor. Her defasında daha güzel, her defasında daha etkileyici... 

                       Kulübenin kapısı hafifçe aralanıyor, hırkasına sıkı sıkı sarılmış, saçları darmadağınık bir genç kız çıkıyor kapıya...Gözleri yakamozun büyüleyici güzelliğinde, kulaklarında aşkın şarkısı...Yavaş yavaş tepenin kenarına doğru ilerliyor; elinde yıllarca sakladığı özenle kurutulmuş bir karanfil ki "Yarin dudağından getirilmiş bir katre alevdir bu karanfil.", yanında tüylü, bir o kadar da büyük köpeği, dudaklarında hafif bir tebessüm...Tam tepenin kenarına geldiğinde duruyor, bir taşın üstüne çökerek, şefkatle köpeğinin başını okşuyor, karanfili dudaklarına değdiriyor...Hafifçe ürperiyor genç kız, rüzgarın ılık sıcaklığı bedenini sorarken. Ayağa kalkıyor, yıldızları seyrediyor ilkin, aya ilişiyor gözü sonra...Elindeki karanfili hatırlıyor, gözyaşlarıyla ıslattığı. Gökyüzüne, aya doğru fırlatıyor bu bir katre alevi...Önce havalanıyor, sonra denizin kollarında buluyor kendini, örselenmiş çiçek. Ve günün birinde, uzaklarda kendisini bekleyen sevgiliye, sahibinden haber götürmek üzere, dalgalara karışıyor.

                       Genç  kızın dudaklarında buruk bir tebessüm, gözlerinde yıldızlar...Gece gözlü, başını aya doğru çeviriyor, denizin kollarına terk ettiği karanfili unutarak. Aşkın şarkısı yeni baştan çalınırken, ay yavaş yavaş batmaya hazırlanırken, dudaklarından hiç kimsenin ama hiç kimsenin duyamadığı fakat uzaklardaki sevgilinin ta yüreğine hissettiği şu sözcükler dökülüyor:

                                            Ay, hiçbir zaman batmayacak!

                                                                                                         Aysun ÇELİK REİS

ANONİM HALK ŞİİRİNDE TÜRKÜ

 




Türkü

Türkü kelimesi, Türk ve “-î” nispet ekinin bir araya gelmesinden oluşan,Türklere has anlamına gelen “Türkî” kelimesi kökenlidir.

Türkü :

 Anadolu’nun çeşitli yörelerinde “şarkı”, “deyiş”, “deme”, “hava”,“ninni”, “ağıt

 Altay Türkleri“kojoñ”

Azeri Türkleri “mahnı”

 Başkurtlar “halk yırı”

Çuvaş Türkleri “yurrisem”,“takmak”, “peyit”

Hakas Türkleri “ır” ve “tahpah”

Kerkük Türkleri “beste”, “şarkı”,“neşide”, “mani”, “yır”, “hoyrat”

 Karaçay Türkleri “cır”

Karakalpak Türkleri “kosık”,“cır”

 Kazaklar “türki” “türik halık äni”

Kırgızlar “eldik ır”, “türkü”

Kumuklar “yır”

 Özbekler “türki”, “halk koşiğı”

 Tatarlar “halık cırı”, Tıva Türkleri “ır”, “kojañ”, “kojamık”

Türkmenler “aydım”,

Uygur Türkleri “nahşa”

Türk halk şiirinde ezgi ile söylenen her türlü şiire türkü denir. Halkın olaylar karşısındaki

tepkileri, acıları,üzüntüleri veya sevinçleri türkülere yansır. Türküler, anonim şiirlerdir. Söyleyenleri belli değildir.

“Bazı türkülerin başlangıçta kim tarafından söylendiği bellidir. Özellikle âşıkların bazı şiirleri zamanla türküleşmiştir. Kayıkçı Kul Mustafa’nın, Öksüz Âşık’ın, Köroğlu’nun, Karacaoğlan’ın, Âşık Kerem’in, Erçişli Emrah’ın, Dadaloğlu’nun ve Sümmani’nin bazı şiirleri türkü haline gelmiştir.”

Halk içinden çıkan bazı türkü yakıcıları da yeni türküler oluşturmuşlardır. Şiir kabiliyeti gelişmiş olan türkü yakıcılar , sosyal hayatta ortaya çıkan ve insanları derinden etkileyen olaylar üzerine ezgili şiirler

oluştururlar. Bu işleme türkü yakmak denir.

“Yine anonim halk şiirleri arasında yer alan “Türkü”yü ele aldığımız zaman kafiye örgüsü, nazım birimi, vezin ve hacim gibi “dış” unsurlar bakımından belirli bir şekille karşılaşmamaktayız. Aynı şekilde türkülerde türlerin belirlenmesinde bir ölçü olarak kullandığımız “konu” ve “ezgi” beraberliği de yoktur. Bu bakımdan “türkü”nün de “Türkmani”, “Varsağı”, “Bayatı”, “Şarkı” kelimeleriyle birlikte değerlendirilip izahının yapılması kaçınılmaz olmaktadır.” Türkünün tür olmadığını düşünen Oğuz, nazım şekillerini ve türlerini gösterdiği tasnifinde türküye “ezgi ağırlıklı türler” başlığı altında yer vermiştir (Oğuz 2001: 16).

 “Düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere (zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir ezgiye koşulmuş olarak söylenen şiirler” dir (Boratav 1995: 150).

Türkmani: Azerbaycan ve Çağatay sahalarında özel bir ezgiyle okunan şiirler.

Türküler, düğünlerde, genellikle kış aylarında düzenlenen “yârân”, “sıra gecesi”, “ferfene”, “barana” gibi toplantılarda, panayırlarda, festivallerde, kadın ve erkek gezmelerinde, kahvehanelerde, hamamlarda, kısacası hayatın çok çeşitli alanlarında söylenen şiirlerdir (Yakıcı 2007: 243-266).

 


“Konularına göre türküler:

1. Lirik türküler: a) Ninniler, b) aşk türküleri, c) gurbet türküleri, askerlik türküleri, hapishane türküleri, ç) ağıtlar, d) çeşitli başkaca duyguluk konular üzerine türküler.

2. Taşlama, yergi ve güldürü türküleri.

3. Anlatı türküleri: a) Efsane konulu türküler, b) bölgelere ya da bireylere özgü konuları olan türküler, c) tarihlik konuları olan türküler.

B. Kullanıldıkları yerler, gördükleri vazifeler ya da söylenmelerini şartlandıran vesilelere göre türküler:

4. İş türküleri.

5. Tören türküleri: a) Bayram türküleri, b) düğün türküleri, c) dinlik ve mezheplik törenlere değin türküler, ç) ağıt töreninde söylenen türküler.

6. Oyun ve dans türküleri: a) Çocuk oyunlarında söylenenler, b) büyüklerin

oyunlarında söylenenler “ (Pertev Naili Boratav’ın 1995: 150-151).

 

Yapılarına Göre Türküler

Türkülere yapısal olarak bakıldığında karşımıza iki yapı çıkar. Türküler, “bent / ana metin” ve “kavuştak / bağlantı” kısımlarından oluşur. Bent bölümleri, kavuştağın dışında kalarak tekrarlanmayan asıl bölümlerdir. Bir mısradan veya daha fazla sayıdaki mısradan oluşabilen kavuştak kısımları ise tekrarlanır. Kavuştaklar, türkülerin önemli yapısal özellikleri arasında yer alır. Bentlerdeki ve kavuştaklardaki dizelerin değişiklik göstermesi, türkülerin yapısal olarak birbirlerinden ayrılmalarına neden olur.

Ezgilerine Göre Türküler

Türküleri, ezgilerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Türküler, ezgili söylenen şiirlerdir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde birbirinden farklı ezgiler vardır. Türkülerin ezgileri, o türkünün hangi bölgeye, daha doğrusu hangi ezgi grubuna ait olduğunu gösterirler. Türküler, yapıları ve konularının yanı sıra ezgilerine göre

de tasnif edilmişlerdir. Ezgileri açısından türküler “uzun havalar” ve “kırık havalar” olmak üzere iki kısma ayrılırlar.

1. Uzun Havalar: Usulsüz ezgiler olarak da bilinirler. Ezgi, ölçü ve ritim açısından serbesttir, ancak dizi ve dizi içindeki seyir bakımından bazı kalıplara bağlıdır. Bu türküleri söyleyenler, kendi zevk ve isteklerine göre ezgiyi uzatıp kısaltabilirler. “Bozlak”, “Dağbaşı”, “Divan”, “Garip”, “Hoyrat”, “Kalenderî”, “Kayabaşı”, “Kerem” vb. şeklinde adlandırılan şiirler bu usulle icra edilirler.

2. Kırık Havalar: Usullü, ölçü ve ritimleri belli ezgilerdir. Kırık havalar, bölgelere ve yörelere göre farklı şekillerde adlandırılırlar. Ege’de “zeybek”, Marmara, Trakya ve Ordu’da “karşılama”, Harput’ta “şıkıltım”, Isparta’da “datdiri”, Konya’da “oturak”, Trabzon, Rize ve Hopa’da “horon”, Urfa’da “kırık” şeklinde adlandırılan ezgiler, kırık havalara karşılık gelmektedir.

Bent: Türküde kavuştak dışında kalan kısım.

Kavuştak: Türküde tekrarlanan kısımlar.

Bozlak: Orta ve DoğuAnadolu’da yaygın bir uzun hava.

Divan: Fâilâtün/ Fâilâtün/ Fâilâtün/Fâilün kalıbıyla yazılan ve usulsüz ezgilerle icra edilen şiirler.

Garip: Âşık Garip ile sevgilisi Şah Senem arasındaki aşkı anlatan usulsüz ezgilere denir.

Kerem: Kerem ile Aslı arasındaki aşkı anlatan uzun havalara denir.

Zeybek: Ege yöresine özgü bir ezgi ve oyun türü.

Karşılama: Özellikle Marmara bölgesinde yaygın olan bir kırık hava çeşidi.

Horon: Karadeniz bölgesinde oynanan bir oyunun ve ezginin adı.



26 Ocak 2021 Salı

ÖZEL TİYATROLAR 2021-2022 SANAT SEZONU BAŞVURULARI

 



- Özel tiyatroların başvuruları ile başvuru sonucunda değerlendirilmeleri 08 Aralık 2018 tarih ve 30619 sayılı Resmî Gazetede yayımlananarak yürülüğe giren "Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik" kapsamında yapılmaktadır.

- Özel tiyatroların 2021-2022 Sanat sezonunda gerçekleştirecekleri projelerine yönelik başvuru süresi 20 Haziran 2021 Pazar günü başlayıp 31 Temmuz 2021 Cumartesi günü sona erecektir.

- Başvuru için gerekli tüm bilgi ve belgeler online olarak gönderilecek; bizzat veya posta yolu ile iletilen başvurular veya başvuru amaçlı belgeler işleme alınmadan iade edilecektir.

- Başvuru için gerekli bilgi ve belgelerden herhangi birinin eksik veya hatalı olması durumunda başvuru işleme alınmayacaktır.

- Başvurular, aşağıda belirtilen kategorilerin birinde ve bir proje ile yapılacaktır. Başvuru belgeleri için tarafınıza uygun kategorinin üzerine tıklayınız.

 

Başvuru esnasında ” ? ile belirtilen kısımlardaki uyarıları dikkatlice okuyunuz ve bu uyarılarda belirtilen hususlara göre bilgilerinizin girişini yapınız. Başvuru yapacağınız kategoriye ilişkin talep edilen belgeleri, word, jpeg, pdf vb. formatların birinde bilgisayarınızda hazırlayınız. (Aşağıdaki belgelerden birden fazla sayfa adedi olanları Word, pdf vb. formatların birinde tek belge olarak hazırlanmalıdır. Örneğin; oyun metninizi ya bir Word belgesi olarak ya da bir pdf belgesi olarak hazırlayınız)

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa göre “tacir” sayılan özel tiyatrolar bu kategoride başvuru yapabilir. Başvuru için aşağıdaki belgelerin Word, jpeg, pdf vb. formatların birinde bilgisayarınızda hazır bulunması gerekmektedir

Oyun metni

Ticaret Odası'ndan son bir ay içerisinde alınmış, başvuru sahibinin adı, adresi, faaliyet konusu (meşgale), işe başlama tarihi ve tescil tarihi bilgilerinin yer aldığı Sicil Tasdiknamesi ve Faaliyet Belgesi (Sicil Kayıt Sureti) belgeleri, İlgili Vergi Dairesi’nden son bir ay içinde alınmış, başvuru sahibinin vergi borcu bulunmadığına veya borcun yapılandırılarak ödendiğine dair belge, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan son bir ay içerisinde alınmış, başvuru sahibinin çalışanlarına ilişkin sigorta prim borcu bulunmadığına veya borcun yapılandırılarak ödendiğine dair belge, Başvuruyu yapan kişinin tiyatro adına yetkili olduğunu gösteren imza sirküsü.

Başvuru yapılan proje üzerinde 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundan doğan mali haklar varsa, hakkın kullanımına ilişkin hak sahibi ya da mali hakları takip yetkisini verdiği meslek birliğinden izin aldığına ilişkin belge ya da proje üzerinde aynı Kanundan doğan hak yoksa özel tiyatronun bu durumu beyan eden dilekçesi, pdf, jpeg… vb. türünde bilgisayarınızdan yüklenecektir.

 

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa göre "tacir" sayılan ve çocuk oyunu projesi gerçekleştirecek olan özel tiyatrolar bu kategoride başvuru yapabilir. Başvuru için aşağıdaki belgelerin Word, jpeg, pdf vb. formatların birinde bilgisayarınızda hazır bulunması gerekmektedir.

Oyun metni

Ticaret Odası’ndan son bir ay içerisinde alınmış, başvuru sahibinin adı, adresi, faaliyet konusu (meşgale), işe başlama tarihi ve tescil tarihi bilgilerinin yer aldığı Sicil Tasdiknamesi ve Faaliyet Belgesi (Sicil Kayıt Sureti) belgeleri, İlgili Vergi Dairesi’nden son bir ay içinde alınmış, başvuru sahibinin vergi borcu bulunmadığına veya borcun yapılandırılarak ödendiğine dair belge, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan son bir ay içerisinde alınmış, başvuru sahibinin çalışanlarına ilişkin sigorta prim borcu bulunmadığına veya borcun yapılandırılarak ödendiğine dair belge, Başvuruyu yapan kişinin tiyatro adına yetkili olduğunu gösteren imza sirküsü, Projenin uygunluğuna dair bir pedagog veya psikolog tarafından diploma no belirtilerek hazırlanmış rapor, İlgili raporu hazırlayan pedagog veya psikolog tarafından sayfaları imzalanmış oyun metni, Başvuru yapılan proje üzerinde 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundan doğan mali haklar varsa, hakkın kullanımına ilişkin hak sahibi ya da mali hakları takip yetkisini verdiği meslek birliğinden izin aldığına ilişkin belge ya da proje üzerinde aynı Kanundan doğan hak yoksa özel tiyatronun bu durumu beyan eden dilekçesi, pdf, jpeg… vb. türünde bilgisayarınızdan yüklenecektir.

 

Genellikle kukla, meddah, karagöz ve ortaoyunu gibi geleneksel gösteri türlerini sahnelemek üzere kurulan özel tiyatrolar bu kategoride başvuru yapabilir. Başvuru için aşağıdaki belgelerin Word, jpeg, pdf vb. formatların birinde bilgisayarınızda hazır bulunması gerekmektedir. İlgili Vergi Dairesi’nden son bir ay içinde alınmış, başvuru sahibinin vergi borcu bulunmadığına veya borcun yapılandırılarak ödendiğine dair belge, Bakanlığımız Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından Geleneksel Tiyatro sanatçıları için verilen Sanatçı Tanıtım Kartı, pdf, jpeg… vb. türünde bilgisayarınızdan yüklenecektir.



Güleryüz Engelliler Sahne Tiyatrosu

 


25 Ocak 2021 Pazartesi

FOTOĞRAF SANATI


Fotoğraf sanatı ve fotoğrafçılık hakkında bir kaç söz... 

Doğadaki ve yaşamın içindeki nesneler bize oldukları gibi görünürler. Objelerin nasıl göründüklerini düşünmek ve merak etmekle anlamlanan kaşif ruhu farklı görür. Fotoğrafçılar çektikleri obje, insan veya mekanları doğrudan izleyicilerle paylaşırken onların konuyla ilgilerini gözlemci bilinçle izler, etkisini merak eder ve algıda gelişim- dönüşüm- değişimi  süreklileştirirler. 

 

Fotoğraf sanatında da sanatçının estetik duygularının görsel algıyla gelişen katkıları sonucu değişik sanatsal çalışmalar ortaya çıkar. Objeleri değişik şekillerde sunmak; farklı bakış açılarını geliştirmeye, çok yönlü düşünebilmeye aracılık eder. Renk, yansıma, ışık, gölge… tasarımları fotoğraf sanatı sahnesinin temelini oluşturur.

Işığı ayarlamak

Kompozisyon sağlamak

Anı yakalamak

Ritmi -hareket akışını hissetmek-hissettirmek

Farklı bakış açılarından görmek

Vurgu ve tonlamayı duyumsamak-duyumsatmak…























 


Buradaki fotoğraflar görsellerle desteklemek için sunulmuştur. Hepimizin deneyimlediği gibi doğadan esintiler.  

(Fotoğraf sanatçılarının kompozisyonları izne tabidir. )

DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK ŞİİRİ

 

 


Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinin kendine özgü nazım şekli yoktur. Bu şiir geleneğinde divan şiirinden ve halk şiirinin anonim ve âşık kollarından alınan bazı nazım şekilleri kullanılmıştır. Bu yönüyle Dinî-Tasavvufî Halk şairleri, hem klasik edebiyatın hem de halk edebiyatının nazım şekillerini kullanabilme özelliğine sahiptirler. Ayrıca Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinin divan ve halk şiirinin nazım şekillerini kullanmasında, hem halka hem de aydın kesime hitap eden bir gelenek olmasının da etkisi vardır. Bu ikili tesir, şiirin türü, ölçüsü ve kafiyesi hususlarında da karşımıza çıkar. Dinî-Tasavvufî Halk Şiirindeki nazım şekilleri, Abdurrahman Güzel’in tasnifi esas alınarak verilmiştir (Güzel 2009: 191-214).

 

Tekke şairleri, şiirlerinin bir kısmını, divan şiirinde kullanılan nazım şekillerini ve aruz ölçüsünü kullanarak yazmışlardır.

 Kaside, gazel, kıt’a, musammat, murabba, terkîb-i bend, tercî-i bend, rubâî, tuyuğ, mesnevî …

Kaside

Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirler

Öncülü Arap edebiyatı- 15. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında görülür

Kasidelerde beyit esastır. 31 ile 99 arasında değişen beyitlerle yazılan kasidelerde ilk beyit kendi arasında diğer beyitler ise ilk beytin ikinci mısrasıyla (aa, ba, ca, ça, da) kafiyelidir.

 Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde “tevhit” ve “nâ’t”

 

Gazel

Divan şiirinde daha çok aşk ve şarap üzerine yazılan şiirler

Hacim olarak 5, 7, 9, nadiren  10, 12, 15 beyitlik olabilen gazellerin ilk beyti kendi arasında, diğer beyitlerin ikinci mısraları ilk beyitle (aa, ba, ca, ça, da) kafiyelidir.

 Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde divan şiirinden farklı olarak gazel, ilahi aşkı konu edinen şiirler

 

Mesnevi

Aruzun kısa kalıplarıyla yazılan mesnevilerin beyitleri kendi arasında (aa, bb, cc,

çç, dd, ee) kafiyelidir.

 Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde mesnevi nazım şekli, din ulularını konu alan bazı şiirlerde kullanılmıştır (Artun 2002: 82).

 

Murabba

Murabbalar, dört mısralık bentlerden oluşurlar.

Kafiye düzeni olarak aaaa, bbba, ccca, ççça

Dört ve sekiz bent arasında değişen bir hacme sahiptir.

Dinî ve didaktik konularda, övgü, yergi, manzum mektup gibi  türlerde daha çok bu nazım şekline başvurulmuştur.  (Murabba nazım şeklinin kullanıldığı şiirlerde konu sınırlaması olmamakta.)

 

Terci-i Bend

Terci-i bend, “hâne” adı verilen gazel biçiminde kafiyelenmiş beş on beyitlik şiir öbeklerinin

vasıta adı verilen ve sürekli tekrarlanan bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşur.

Kafiye düzeni aa xa xa xa xa bb - cc xc xc xc xc dd   veya  aa aa aa aa bb - cc cc cc cc cc dd

Felek, Allah’ın kudreti, evrenin sonsuzluğu ve hayatın zorluklarını konu edinen terci-i bendi Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde en fazla Kaygusuz Abdal yazmıştır.

 

Terkîb-i Bend

Şekil özellikleri açısından terci-i bende benzeyen terkîb-i bendlerde bentlerin sonunda yer alan vasıta beyti, her bendin sonunda değişir.

Terkîb-i bend nazım şekliyle yazılmış şiirlerde genellikle dinî, tasavvufî, felsefî ve sosyal konular işlenmiştir. Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde bu nazım şekli ile şiir  yazanlar arasında üç terkîb-i bendiyle Kaygusuz Abdal dikkat çekmektedir.

 

Kıt’a

En az iki beyitten oluşan bir nazım şekli olan kıt’anın a-b //c-b//d-b//e-b  şeklinde  kafiye düzeni vardır.

 Divan şiirinin mahlassız şiirleri olarak bilinen kıt’alarda   hikmet, nükte ve yergi bulunur.

 

Tuyuğ

Türk şiirine has bir nazım şekli olan tuyuğ

 aruz’un “fâilâtün fâilâtün fâilâtün  fâilün” kalıbıyla yazıldığı gibi nazım birimi olarak da dörtlük (hane) esasına dayalıdır.

Özellikle mısra kümelenmesi açısından anonim halk şiirindeki “mani”ye benzer

Türk şiirindeki dörtlük anlayışının divan şiirine yansımasıyla oluşmuştur. Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde tasavvufî ve felsefî konular genellikle bu nazım şekliyle ele alınmıştır.

Tuyuğlar genellikle aaxa şeklinde kafiyelenir.

 xaxa şeklinde kafiyelenen tuyuğlar bulunmaktadır.

Mahlasın yer almadığı bu nazım şekli, 14. ve 15. yüzyıllarda Azeri ve Çağatay sahalarında çokça Tuyuğ yazılmıştır.

 Kadı Burhaneddin  ve Nesimî

 

Müstezâd

Uzun mısralara kısa mısraların eklenmesiyle oluşur.

Müstezâdlar, aruz vezninin “mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıyla yazılırlar.

 Uzun mısralara eklenen ve adına “ziyâde” denilen kısa mısralar ise yine aruzun “mefâîlü feûlün” kalıbına uygundur.

Bu nazım şeklinin dört farklı uyak düzeni vardır.

1. Aa- Aa, BbAb, Ca-Aa vs.

2. Aa- Aa, Bx-Aa, Cx-Aa vs.

 3. Ab-Ab, Cc-Ab, Dd-Ab vs.

 4. Ab-Ab, Cx-Ab, Dx-Ab vs.

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde Kaygusuz Abdal’ın  müstezâd nazım şekliyle söylemiş olduğu bazı şiirleri bulunmaktadır.

 

Türk Halk Edebiyatına Ait Ortak Nazım Şekillerinden  Mani , Koşma ile de şiirler yazılmıştır.

 

 

 

 


"Çıkarken kapıyı örtünüz."

Dinî İnanç Ve Tasavvufî Düşüncelerle İlgili Şiir Türleri

 



Tevhîd

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde Allah’ın varlığı ve birliği üzerine yazılmış şiirlerdir.

Bu şiirlerde kaside, gazel ve mesnevi gibi nazım şekilleri ile yazılmıştır.

 Tevhîdlerin muhtevasında ayet ve hadisler yer alır.

Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları, tasavvufi olarak ise kenz-i mahfî ve vahdet-i vücut konuları işlenir. İnsanın Allah’ı algılayış şekli, tevhîd makamları, vahdet-kesret ilişkisi ve yaradılış gibi konulara yer verilir.

İlâhî

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde dinî, ahlaki ve ilahi fikirleri içeren manzumelere

İlâhîler, genellikle Allah’ın birliğini, ihtişam ve kudretini telkin eden şiirlerdir.

Hem hece hem de aruz vezni ile yazılan ilahiler

Âyin: Mevlevî tekkelerinde

Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde

Durak: Halvetî tekkelerinde

Cumhur: Mevlevî ve Bektaşî tekke ve dergâhlarında

Nefes: Alevî-Bektaşî tekkelerinde  

Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve Hacı Bayram Veli, ilâhî türünde şiir yazan Dinî-Tasavvufî Halk şairleri

 

Münacaat

Türk edebiyatında münacaatlar, Allah’a yalvarıp yakarmak için yazılan manzum ve mensur eserlerdir. Manzum münacaatlar, kaside, gazel, kıt’a ve mesnevi nazım şekillerinde yazılmışlardır. Bu şiirlerde yer alan esaslar, ayet ve hadislerden alınmıştır.

Elifnâme

Osmanlı Türkçesindeki otuz üç harfin değişik konularda, değişik şekillerle, genellikle mısra başlarındaki harerin alt alta alfabetik sıra ile beyitler halinde yazılarak devam etmesi neticesinde oluşan manzum eserlerdir.

Bu şiirlerde Allah’ın varlığı ve birliği, Allah’a yalvarma, peygamber ve devrin büyükleri olan mutasavvıar hakkında yapılan övgü gibi konular işlenir.

 

Na’t

Türk edebiyatında Hz. Muhammet’i övmek için yazılan eserlere na’t adı verilir.

Bunun yanı sıra diğer peygamberler, halifeler, veliler ve din büyükleri hakkında

yazılan na’tlar da vardır. Hemen bütün nazım şekillerinde yazılabilir.

Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Aziz Mahmut Hüdâî gibi şairler na’t türünde şiirler yazmışlardır.

 

Esmâ-i Nebî

Hz. Muhammet’in 99 ve daha fazla ismiyle ilgili hususiyetleri, Hz. Muhammet’in

isimlerinin (mg) harfi ile ifadesi ve bu ifadenin onun son peygamber oluşuna delâletini anlatan

eserlerdir.

Sîretü’n-Nebî

Hz. Muhammet’in doğumundan vefatına kadar ahlakını, faziletlerini, mucizelerini, gazalarına ait hayatını, bütünüyle veya bir kısmıyla ele alan eserler anlamına gelen “sîretü’n- nebî”ler hem mensur hem de manzum bir şekilde kaleme alınmışlardır.

Mesnevi nazım şekliyle yazılmış “sîretü’n- nebî”ler, genellikle mevlit olarak adlandırılmışlardır. 15. yüzyıl şairlerinden Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’nNecat” adlı eseri bu türün en önemli   örneklerindendir.

 (Mevlitlerde okunan  aslında bu eserdir. Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’nNecat)

 

Mucizât-ı Nebî

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde Hz. Muhammet’in mucizelerini anlatan şiirlere denir.

 

Hicretnâme

Hz. Muhammet’in Mekke’den Medine’ye göçünü anlatan şiirlere “hicretnâme” adı

verilmiştir. Bu şiirlerin büyük bir kısmı Hz. Muhammet’le ilgili olmakla birlikte bazıları uluların göçünü anlatırlar.

Miracnâme

Hz. Muhammet’in Recep ayının 27. gecesi “Burak” ile göğe yükselerek Allah’la görüşmesini anlatan şiirlere denir. Genellikle kaside ve mesnevi nazım şekilleriyle yazılan veya söylenen bu şiirler, kaynağını İsrâ Suresi’nden alırlar. Çünkü bu surede Miraç’la ilgili bilgiler yer almaktadır.

 

Mevlid

 Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde Hz. Muhammet’in doğumunu anlatan şiirlerdir. Erken dönemlerde Erzurumlu Kadı Darîr gibi şairlerin temsil ettiği mevlid türünün Türk edebiyatındaki en iyi temsilcisi 15. yüzyıl şairi Süleyman Çelebi’dir.

 

Hilye

Hz. Muhammet’in fiziki özelliklerini tasvir eden şiirlerdir. Başka bir ifadeyle Hz.

Muhammet’in fiziki özelliklerini şiirle resmeden şiirlerdir. Mensur şekilleri de bulunan hilyelerin manzum örnekleri, mesnevi nazım şeklinde yazılmıştır. Dört halife ve bazı veliler hakkında da yazılmış olan hilyeler, miracnâme ve mevlid gibi bazı nazım türlerinin içinde de yer almışlardır.

Hakânî’nin “Hilye-i Hakânî” adlı eser

 

Gevhernâme

Allah’ın birliği ve Hz. Muhammet’in yüceliği ve vasıarı hakkında yazılan eserlerdir.

Kaygusuz Abdal’ın “Gevhernâmesi”

 

Dolapnâme

Allah aşkının dile getirildiği sorulu-cevaplı şiirlere denir.

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde çok sayıda örneği vardır.

Âşık Yunus “Dertli Dolap”

 Kaygusuz Abdal’ın “Dolapnâme”

 

İslam’ın Beş Şartı Hakkında Yazılan Nazım Türleri

Salatnâme

İslam’ın beş şartından biri olan namaz hakkında yazılan şiirlere denir.

Kaygusuz Abdal’ın Salatnâmesi oldukça önemlidir.

Oruçnâme

Ramazan başta olmak üzere diğer bazı ay ve günlerin özelliklerini, farz ve sünnetlerini anlatan şiirlerdir.

Ramazannâme

Ramazan ayının faziletlerini, Ramazan orucunu tutmanın gerekliliği ve faydalarını anlatan manzum eserlerdir. Daha çok İstanbul merkezli bir tür olarak dikkati çeken Ramazannâmelerde İstanbul’un semtlerine, mesire yerlerine, yemek kültürüne ve hamamlarına temas edilmiştir.

 Ramazannâmeler, ekseriyetle dörtlükler halinde mâni ve destan tarzıyla yazıldığı gibi, kaside ve gazel nazım şekliyle yazılanları da bulunmaktadır.

Hacnâme

Hac yolculuğuyla ilgili olarak yazılan manzum eserlerdir. Bu şiirlerde hacıların konakladığı yerler, uğradığı şehirler, bazı büyüklerin kabirleri, Şam, Kudüs, Mekke ve Medine’deki ziyaret yerleri hakkında bilgiler bulunmaktadır.

Abdurrahman Gubârî ve Ahmet Fakih türün ilk ve önemli örneklerini vermişlerdir.

 

Alinâme

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde rastladığımız “Alinâme” adı verilen şiirler Özellikle Alevî-Bektaşî edebiyatında Hz. Ali şiirlerinin sayısı oldukça fazladır.

Maktel-i Hüseyin

Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesiyle ilgili manzum ve mensur eserlerin genel adıdır. Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid, Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin ile 10 Muharrem 680’de Kerbela’da karşılaşmıştır. Hz. Hüseyin’in şehit düştüğü bu karşılaşma, İslam tarihinde “Kerbela Olayı” olarak bilinir. İslam dünyasında büyük bir üzüntü ile hatırlanan bu olay şiire de yansımıştır. Mersiye ve ağıt kapsamında değerlendirilebilecek maktellerin en meşhurları,

Fuzulî’nin Hâdikatü’s-Süedâsı, Lamiî’nin Maktel-i Hüseyin’i, Bâkî’nin Mersiye-i

Hz. Süleyman han aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufrân’ı, Kazım Paşa’nın Mersiye’si, Ali

Feruh’un Kerbela’sı, Muallim Feyzî’nin Matem-nâme’sidir.

 

Düvaznâme

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde içinde on iki imamın adı geçen ve onları övmek için yazılan şiirlere “düvaz”, “düvaznâme” veya “düvaz-deh imam” denir. Tasavvuf kültüründe Hz. Ali soyundan geldiğine inanılan on iki imamın özel bir yeri vardır. Bu imamların adlarını yaşatmak ve onları yüceltmek için yazılmış veya söylenmiş şiirlere düvaznâme adı verilmiştir.

Faziletnâme

Hz. Muhammet’in, dört halifenin, özellikle de Hz. Ali’nin faziletlerini anlatan ve onların iyiliklerini belirten şiirlere Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde faziletnâme denmiştir.

Mansurnâme

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde Hallac-ı Mansur’un hayatını ve kerametlerini mesnevi nazım şekliyle anlatan şiirlere denir.

Methiye

Dört halifenin, ashâb-ı kirâmın ve velilerin övüldüğü methiyeler, Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde herhangi maddi bir beklenti içinde olmayan şairler tarafından yazılmışlardır. Methiyelerde çok çeşitli nazım şekilleri kullanılmakla birlikte en fazla kaside nazım şekli tercih edilmiştir. Dört halifeden Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’e çok sayıda methiyenin yazılmış olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanı sıra bazı tarikat pirleri hakkında da methiyeler yazılmıştır.

Mersiye

Bir kimsenin ölümüne duyulan üzüntüyü dile getirmek için yazılan mersiye, İslamiyet öncesinde “sagu”, İslamiyet sonrasında ise “ağıt” olarak adlandırılmıştır.

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde din ve tarikat büyüklerinin ölümü üzerine yazılan şiirlere mersiye denmiştir.

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde mersiyeleriyle Kemal Ümmî öne çıkmıştır.

 

Vücudnâme

İnsanın yaradılışıyla ilgili olarak yazılmış eserlere denir. Kur’an ve hadislerin ışığında ve birtakım tıbbi delillerle insanın ana rahmine düşüşünü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği saaları tasavvufi sembollerle anlatan şiirlere vücudnâme adı verilmektedir.

Kaygusuz Abdal ve Süleyman Çelebi

Vücudnâmelerde insan nefsinin mertebeleri ve özellikleri, bir insanın bu mertebelerde nasıl yol alabileceği de anlatılmıştır.

Devriye

Devirle ilgili bütün bu hususları ele alan şiirlere devriye adı verilir.

Devriye, yaradılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gittiği ve bu ikisi arasındaki saaların tasavvuf açısından izahıdır. Başka bir ifadeyle “sudûr” ve “tecellî” hususlarının tasavvua bir daireye benzetilerek izah edildiği için buna “devir”, bu felsefeden doğan türe ise “devriye” denmiştir. Devriyelerde evrenin ve

insanın Allah’tan kaynaklanıp yine Allah’a döneceği vurgulanır. Genellikle Bektaşî çevrelerinde kullanılan bir nazım türüdür. Tasavvuf felsefesine göre ruhun âlemi dolaşmasını anlatan devriyeler mutlak varlıktan insana, insandan aslına dönüşü anlatırlar. Devir felsefesine göre maddi âleme, yani dünyaya gelen varlık önceleri cansızdır. Bir süre sonra bitki, daha sonra hayvan, en sonunda da insan olur. Bu devir hareketi daireye benzetilir ve bu saalar ayrı ayrı anlatılır (Artun 2002: 97).

 

Hikmet

Ahmet Yesevî’nin, İslâmiyet’in esaslarını, şeriatın ahkâmını, ehl-i sünnet akidesini İslâmiyet’e yeni girmiş veya henüz girmemiş Türklere öğretmek, tarikatın inceliklerini ve tarikatın adap ve erkânını müritlere telkin edebilmek amacıyla yazdığı şiirlere “hikmet” denir.

 Hikmetler, sanat kaygısından uzak, sade ve didaktik bir üslupla söylenmiş şiirlerdir. Ancak ifadedeki samimiyet ve coşkunluk, bu şiirlerin basit manzumeler haline gelmesini engellemiştir.

 Hikmetlerde ilahi aşk, Allah’ın birliği, irade ve kudreti, peygamber sevgisi, Hz. Muhammet’in sünneti, züht, takva, ibadet, İslam menkıbeleri, ahret hayatı, cennet ve cehennem tasvirleri, dervişlerin faziletleri, zikir gibi İslamiyet ve tasavvua ilgi çok çeşitli konular işlenmiştir.

 Ahmet Yesevî, hikmetlerini çoğunlukla hecenin 7+7=14’lü hece ölçüsüyle yazmıştır, ancak bazı hikmetler, aruz ölçüsüne uygunluk göstermektedir.

Nutuk

“Tarikata yeni girmiş müritlere, tarikatın adap ve erkânını anlatan şiirlere denir.

Bu şiirler, tarikatın ileri gelen mürşitlerinin ağzından söylenirler. Daha çok koşma

nazım şekliyle söylenen nutuklar, didaktik karakterli şiirlerdir. Sade bir üslupla

yola yeni girmiş bir müridi bilgilendiren, tarikatta hangi saalarda neler yapması

gerektiğini telkin eden nutuklar, pir veya yüksek mertebeli tarikat büyüklerince

okunurlar.” (Artun 2002: 97).

Nasihatnâme

İnsanlara yol göstermek ve öğüt vermek amacıyla yazılan nasihatnamelere “pendnâme” de denmiştir. Bu şiirlerde dini, sosyal ve ahlaki birtakım öğütler, ayet, hadis, hikmet ve atasözlerinden hareketle verilir.

Yunus Emre, Abdal Musa, Eşefoğlu Rumi ve Şah İsmail

Güvahî,

 

Vasiyetnâme

Dini ve tasavvufi açıdan din ve devlet büyüklerinin ölümlerinden sonra geride kalanlara buyurmuş oldukları istekleri konu edinen manzum ve mensur eserlere vasiyetnâme denir.

Şathiye

Dinî-Tasavvufî Halk Şiirinde bazı tasavvufi remiz ve rumuzlar ile Hakk’a ulaşmanın yollarını anlatan, dinî ve tasavvufi konuların daha kolay anlaşılmasını sağlamaya çalışan ve Allah ile tekellüfsüz, şakalı bir edayla konuşur gibi yazılan veya söylenen şiirlere şathiye denir.

Yunus Emre’nin “Çıktım erik dalına” ve “Denize bir ip gerseler”

Kaygusuz Abdal’ın “Yücelerden yüce gördüm, erbabsun sen koca Tanrı”, “Bir kaz aldum ben karıdan”, “Kaplu kaplu bağalar”, “Yamru yumru söylerim”, “Benk ile seyretmeğe”, “Bugün bana bir paşacuk”, “Filibe’de bir karı”, “Edrene şehrinde bugün” ,“Yanbolu’da bir karı”

 

Nevruznâme

Baharın ve aynı zamanda geleneksel takvimde yeni yılın başlangıcını müjdeleyen nevruzu konu alan şiirlere nevruznâme denir. Özellikle Alevî-Bektaşî kültür ortamlarında nevruzun ayrı bir anlamı vardır. Bu kültür ortamını paylaşanlara göre nevruz, Hz. Ali’nin doğum günüdür. Bu yüzden bu günün kutlanması gerekir. Baharın gelişini anlatan nevruznâmeler de çoğunlukla nevruz günlerinde düzenlenen törenlerde söylenmiştir.

Tarikatnâme

Tarikat, Allah’a ulaşmak için tutulan yol demektir. Tarikatın anlamını, kurallarını ve işleyiş düzenini anlatan şiirlere tarikatnâme denmiştir.

Şah İsmail , Eşrefoğlu Rûmî

 




Sokaklarında Heykel Olan Bir Köy -Heykeltıraş Yunus TONKUŞ

 








"Tokat Zile'de yoksul bir aileden Yunus TONKUŞ, dünya çapında bir heykeltıraş oldu. 25 yıl Avrupa'da ve sonrasında İstanbul'da yaşayan Tonkuş, şimdi Kuzey Ege'de bir köy kurmak için yola çıktı...

Heykeltıraş Yunus Tonkuş dünya çapında bilinen bir sanatçı. Dünya Heykeltıraşlar Derneği'nin Türkiye'den tek üyesi. Fakat ben bir tesadüf eseri kendisinin evine gidene kadar bunu bilmiyordum. Türkiye'de yaşayan biri olarak bunu bir ayıp olarak görmüyorum; ama büyük bir kayıpmış!

Yunus Tonkuş doğuştan sanatçı değil; yani sanatçı bir ailenin içine doğmamış: “Annem, babam okuma yazma bilmezdi. Babam bir zanaatçıydı; urgan yapardı. Yazları köy köy gezerdi bu urganları satmak için. Benim için şöyle bir durum yoktu: okula git, okuldan sonra top oyna, sonra gel ders çalış. Babaya yardım edeceksin.

“Ama Zile'nin kimliği bana çok şey kattı. Orada doğanın içinde büyüdük. Ayrıca, Zile'nin yaklaşık 5 bin yıllık bir geçmişi var. 'Zela' diye geçer ve Roma'nın en büyük eyaletlerinden birisi olmuştur. Orta Anadolu o dönem Zile'ye bağlıydı. Çocukluğumda bu geçmişin etkisini şöyle gördüm: Merkezde çok büyük demirciler, bakırcılar çarşısı gibi yerler vardı. Zanaatkârların merkezi konumundaydı."

                                                                                                                      Adem ERKOÇAK

Sonsuz Şükran Köyü- KONYA Hüyük


Konya’nın Hüyük ilçesinde sanatçılara ait kerpiç evlerin bulunduğu Sonsuz Şükran Köyü’nde yapılan kültür sanat etkinlikleri  devam ediyor.

İlçeye bağlı Çavuş Mahallesi’ndeki köyün kurucusu Mehmet Taşdiken, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün de desteğiyle Tasarım Akademileri Sinema Atölyeleri kapsamında sinema, heykeltıraş, resim ve heykel alanlarında atölyeler yaptıklarını belirtti.



Tasarım Akademisi

Taşdiken, sanatçılara ait yerleşim merkezine pandemi sürecinde 1 resim heykel atölyesi ile 4 de köy odası kazandırdıklarını ve bundan sonra köyün kış mevsimi de ziyaret edilebileceğini söyledi.

Taşdiken, “Sonsuz Şükran Köyü bu yıldan itibaren 365 gün ziyaret edilebilecek. Bu yıl atölyelerde daha çok sinema eğitimine ağırlık verdik. Çevredeki gençlerin, ilgili insanların gelip sinema hakkında bilgi sahibi olması, atölyelere katıldıktan sonra aynı zamanda bir uygulama çalışması yapılması planlandı ve bunları gerçekleştirdik. Bundan sonraki hedefimizde ise, 10 yıldan bu yana planladığımız Tasarım Akademisi’ni hayata geçirmek” dedi.




 

İrfan Karabulut Sus/adım Harput

İrfan Karabulut kimdir?           1966 yılında Dersim/Mazgirt'in Sülüntaş köyünde doğdu. İlköğrenimi babasının müstahdem olarak çalıştığ...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *