ŞAH İSMAİL(Hatayî)
Erdebil Tekkesi’nin şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail, 25 Receb 892/17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil’de doğmuştur. Babası Safevi şeyhi Haydar, annesi ise Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Alemşah’dır.
Eserleri:Dehname, Nasihatname, Hatayi Divanı
Hatayî Divanı’nın yazma nüshaları Azerbaycan, İran ve Türkiye’deki bilim adamlarınca değerlendirilmiştir. 1935’de Selman Mümtaz, Erdebil nüshasını esas alarak Hatayî Divanı’nı yayınlamıştır. Daha sonra Hamid Araslı, Hatayî Divanı’ndan seçmeler yapmıştır (1946). Türkiye’de Sadeddin Nüzhet Ergun, İstanbul Millet Kütüphanesinde bulunan tek nüshaya dayanarak Hatayî Divanı’nı neşretmiştir (1946). Azerbaycanlı bilim adamlarından Azizağa Memmedov, Hatayî Divanı’nın nüshalarını tespit etmek suretiyle karşılaştırmalı metnini önce Arap harfleriyle (Bakü 1966), daha sonra aynı çalışmayı kril harfleriyle yayımlamıştır (Bakü 1973). Nejat Birdoğan, Azizağa’nın bu neşrindeki şiirlere Sadedin Nüzhet Ergun’un yayınladıklarını da ekleyerek Hatayî Divanı’nın popüler neşrini yapmıştır (1991). İbrahim Arslanoğlu ise Taşkent nüshası ile diğer nüshalardaki farklılıkları ve cönklerdeki Hatayî mahlaslı şiirleri dikkate alarak hazırladığı Şah İsmail Hatayî ve Anadolu Hatayîleri, adlı eserinde Hatayîlerden bahsetme gereğini duymuştur (1992). İran Azerilerinden Mirza Resul İsmailzade, yazma ve matbu nüshalardaki bütün şiirleri, Şah İsmail Safevi Külliyatı, adı altında toplamıştır (2004). Ekber N. Necef ve Babek Cavanşir birlikte hazırladıkları Şah İsmail Hatâyi Külliyatı’nı yayımlamışlardır (2006). Son olarak Hatâyî Dîvânı’nın çoğu yurt dışındaki kütüphanelerde bulunan yirmi beş nüshası, Prof. Dr. Muhsin Macit tarafından bilimsel yöntemlere uygun biçimde incelenerek tenkitli metni hazırlanmıştır (Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2017).
(Gazel)
Cân olmaz ise sen teki cânân yeter mana
Vaslun bu hasta gönlüme dermân yeter mana
جان اوملز ایسه سن تکی جانان یرت منکا
وصلنک بو خسته کونکلومه درمان یرت منکا
Hicrin cefâsı öyle yahupdur bu gönlümi
Her şeb kapunda nâle vü efgân yeter mana
هجرنک جفاسی ایله یاخوپدر بو کونکلومی
هر شب قاپونده ناله و افغان یرت منک
Zulmât içinde âb-ı hayât istemez gönül
La‘lün zülâli çeşme-i hayvân yeter mana
ظلمات ایچنده اب حیات ایستمز کونکول
لعلنک زاللی چشمه حیوان یرت منکا
Zâhid koparma sen meni mey-hâneden bugün
Rûz-ı ezelde yâr ile peymân yeter mana Gerçi
زاهد قوپارمه سن منی میخانه دن
بو کون روز ازلده یار ایله پیمان یرت منکا
Hatâyî gitdi elinden visâl-i dost
Her dem hayâli dîdeye mihmân yeter mana
کرچه خطایی کیتدی النکدن وصال دوست
هر دم خیال دیده ده مهمان یرت منکا
İBRAHİM GÜLŞENİ -(HEYBETİ)-GÜLŞENİ
Bazı kaynaklarda Azerbaycan’ın Berda şehrinde doğduğu kayıtlı olmasına karşın kaynakların çoğunda onun Diyarbakırlı olduğu söylenir. Babasının kabrinin Diyarbakır’da olması da ikinci ihtimali kuvvetlendirir. İbrahim, henüz iki yaşındayken babasını kaybetmiş ve on beş yaşına kadar amcası Seydî Ali’nin himayesinde eğitimini sürdürmüştür. Bilgisini ilerletmek amacıyla Maveraünnehir’e doğru yola çıkmış ve Tebriz’de tanıştığı Kazasker Molla Hasan’ın yardımıyla medrese öğrenimi görmüş ve muhitinde Molla İbrahim olarak tanınmaya başlamıştır. Akkoyunlu Uzun Hasan’la tanışma imkânı bulmuş ve kısa süre içinde onun güvenini kazanmıştır. Hatta Uzun Hasan’ın Herat’a gönderdiği barış heyetinde yer almış ve orada Abdurrahman Camî ile tanışmıştır. Kardeşi Üveys’in telkinleriyle Uzun Hasan, Dede Ömer Ruşenî’yi Tebriz’e davet ettiğinde Molla İbrahim de mürşidini bulur. Dede Ömer, ölümünden birkaç gün önce onu halife tayin etmiş ve Molla İbrahim, artık Gülşenî olmuştur. O da mürşidi Ruşenî gibi, Akkoyunlu sarayında yakın ilgi görmüştür. Sultan Yakup, İbrahim Gülşenî’ye büyük değer vermiş, askerin maneviyatını yükseltmek için bazı savaşlara yanında götürmüştür. Akkoyunlu gücünün zayıflamasıyla birlikte Şah İsmail, Akkoyunlu Elvend Bey’i yenerek Tebriz’e girince (907/1502) Gülşenî, ailesiyle birlikte Diyarbakır’a dönmüş; orada Manevî adlı eserini yazmaya başlamıştır. Safevilerin bölgedeki etkinlikleri artınca oradan Maraş’a, daha sonra Kudüs’e, Kudüs’te kırk gün kalıp erbaîn çıkardıktan sonra da Kahire’ye gitmiştir. Dede Ömer Ruşenî’nin Mısır’a yerleşen halifesi Timurtaş vasıtasıyla Memlük sultanı Kansu Gavrî’ye takdim edilmiş ve sultanın yakın ilgisini görmüştür. Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethedince Gülşenî’ye ilgi göstermiş ve dergâhını inşa etmesi için arazi tahsisinde bulunmuştur. Kanunî devrinde, saltanat iddiasında bulunduğu söylentileri üzerine Gülşenî, İstanbul’a çağrılmış, ancak iddiaların dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmıştır. İstanbul’da kalması için Kanunî’nin yaptığı teklifi, yaşlandığını ileri sürerek geri çeviren Gülşenî, Mısır’a dönmüş ve orada vefat etmiştir (1534).
(Gazel)
Bî-vücûdum ışk odı bilsem benüm nem yandurur
Yanuben küllî kül oldum bes dahı nem yandurur
Yandurur gerçi cihânda ışk odı âşıkları
Lik ben âciz kulunı katı muhkem yandurur
Âh idersem bir nefes dünyâyı oda yahuben
Yedi çarhı anun odı cümle derhem yandurur
Nice döysün ışk odınun sûzişine dil revân
Kim anun germiyyeti nâr-ı cehennem yandurur
Şem‘e bir pervâne yansa sûziş-i âvâz ider
Ma‘şûkun sözi meni gör nice epsem yandurur
Ey ciger derdine dermân isteyen aklun kanı
Onılur mı şol yara kim anı merhem yandurur
Çünki derd imiş devâsı bu yürek yarasınun
Müşfik emsem isteme kim anı emsem yandurur
Rûşenî ışkına yanmışdur ciger dir Gülşenî
Işk odı pervâne kimi anı her dem yandurur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder